Prof. Dr. Ahmet Çınar – 21. Yüzyılın Tarımı

0
519

Sizlere bu makalemde 21.Yüzyılda tarımın evrileceği alanları tanıtmak istiyorum. Artık tarım 20. yüzyılda başladığı biyoteknoloji ve bilgi teknolojilerindeki ilerleme ve teknikleri tıp alanı kadar yoğun takip etmektedir. Ne yazık ki tarım hala ülkemizde köylü sınıfının faaliyetti olarak algılanmakta, hatta ilgili Bakanlık ve TÜBÜTAK gibi İAraştırma kurumlarında da bu gözle değerlendirilmektedir.

Bu birazda maşallah sayımız inanılmaz sayılarda olan Fakültelerimizin konuyu anlatmaktaki beceriksizlikleri ve yetersizlikleridir.

21. YÜZYILIN TARIMI

21. yüzyılda tarım, farklı türden zorluklara yanıt vermek zorunda kalacaktır. Önümüzdeki yıllarda tarımsal araştırmaların planlanmasında belki de en önemli husus, yoğun üretim sistemlerinin sürdürülebilirliğine, çevre ve verimlilik kaygılarına ve doğal kaynakların yönetimine çok daha fazla odaklanma ihtiyacı olacaktır. Neyse ki, moleküler biyoloji, biyoteknoloji, bilgi teknolojisi, nano teknoloji ve uzay bilimlerindeki devam eden ilerlemeler, tarımı yalnızca yüksek düzeyde üretken kılmakla kalmayıp, aynı zamanda doğal kaynakların ve modern çiftlik girdilerinin kullanımıyla ilgili olarak daha verimli ve sürdürülebilir hale getirmek için yepyeni fırsatlar sunmaktadır. Bu son cümleden de anladığımız gibi 21. Yüzyılın tarımı biyoteknoloji ve bilişim teknolojilerinden büyük ölçüde yararlanacaktır. 21. yüzyıl ilerledikçe, yüksek ürün verimini yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı yönetim uygulamalarıyla birleştiren farklı bir tarım türüne sahip olacağız.

Burada tarımsal eğittim açısından tekrar bir not düşelim. Buna göre tarımsal eğitim lisans ve yüksek lisans düzeylerinde bu konuları kapsamak zorunda olacaktır.

Geleceğin tarımında rol oynayacak önemli diğer bir faktör olan ve henüz bebeklik aşamasında olan FİTOMİKROBİYOM’lardır. Agrokimyasaların yerine geçecek en büyük adaylardan biridir.

FİTOMİKROBİYOM MÜHENDİSLİĞİ (Sentetik Biyoloji) olarak isimlendirilen bu dalda yalnızca mevcut mikroorganizmaların teşviki değil, onların genetik mühendisliği teknikleri ile de bitkilerle ortaklığı teşvik edilmektedir. Gerek toprak ve gerekse toprak üstü bitki aksamında bitkilerle ilişki içinde olan bu mikroorganizmalar aşağıdaki 4 alanda büyük bir etkiye sahiptirler.

1. Bitki büyümesini teşvik edici (PGP) özellikleri

2. Bitki hastalık ve zararlılarından korumadaki rolleri

3. Bitki beslemeye katkıları

4. Abiyotik tehditlere karşı korumadaki etkinlikleri

Görüldüğü gibi bitki mikrobiyomları olarak isimlendirilen bu mikroorganizmalar, tarımın başarısında yeşil devrimin yıldızı olan agrokimyasalların çok ötesinde tarımda etkin rol oynayacaklardır. Bu zorlukların çözülmesine yardımcı olma konusunda muazzam bir potansiyele sahiptir.

Böylece bitki koruma alanında kimyasal mücadelenin yerini bitki mikrobiyomlarının rol alacağı biyolojik mücadele alacak gibi görünmektedir.

Biyoteknolojide beni çok etkileyen bir gelişme de sensörlerin belki de uç noktası olacak “Biyosensörlerdir”. Biyosensörler, temel biyolojik süreçleri anlamamıza yardımcı olan değerli bilgileri kodlayan biyomoleküllerin ve biyo-işlevlerin dinamik değişikliklerini izlemek için tasarlanmış temel araçlardır. Nanoteknoloji ürünü olan biyosensörler hiç kuşkusuz öncelikle tıpta kullanılmaya başlanacaktır. Hiç şüpheniz olmasın ki, bugüne kadar olduğu gibi tüm ilerlemelerde olduğu gibi bunların kullanımını kısa süre içinde tarımda da göreceğiz.

Burada bir parantez açarak şunu vurgulamak isterim. Bugüne kadar genetik, moleküler biyoloji, sensörler, biyoinformatik gibi yeni teknolojileri sektör olarak tarım ve tıp eşdeğer zamanda kullanmaya başlamıştır. Bu nedenle de lisans eğitiminde canlı ile ilişkin sektör eğitimlerinde ilk yıllarda çok sayıda temel ortak derslerin bulunması, ülkemizin çağı yakalaması için kaçınılmaz olacaktır.

Son olarak kısaca tarım topraklarının durumundan da bahsetmek isterim. Ayaklarınızın altında, ancak çoğumuzun bilmediği dünyadaki en zengin biyolojik çeşitliliğe sahip yaşam alanı yatıyor. Üzerinde yürüdüğümüz topraklar, gezegendeki yaşamın büyük bölümünü destekmektedir. İçinde hayat olmasaydı, zaten toprak olmazdı. Ne yazık ki, dünyamız tarım yapılan toprakları iyi durumda değil. Çevre ile ilgili bilimsel çalışmalar, topraklarımızı biyolojik olarak zayıf ve bozulmakta olduğunu şeklinde rapor etmektedirler.

Hepimiz toprak solucanları gibi bazı gözle görülebilen toprak sakinlerine aşinayız. Ancak toprak mikrobiyomunda çok büyük yaşam payı çıplak gözle görülemeyecek kadar küçüktür. Bakteriler, nematodlar ve mantarlar gibi mikrobiyota toprağa yaşam veren ve önemli hayati roller üstlenmiş canlılardır. Bu küçük yaşam formları, ölü yaprakları ve organik maddeleri parçalar, besinleri, karbona ve suya döndürürler. Onlar olmadan ekosistemler çöker . Şaşırtıcı bir şekilde, bu yaşam zenginliğinin çoğu yakın zamana kadar bilim tarafından bilinmiyordu . Ancak son yıllarda yeşil devrimin vazgeçilmezi olan agrokimyasallar, toprak mikrobiyotası tarafında ikame edilecek gibi görülmektedir. İşte tarımda eğitimin evirileceği alanlardan biri ve en önemlisi toprak mikrobiyotası’dır.

Buraya kadar verilen bilgilerden de görüldüğü gibi toprak canlılığını tekrar oluşturmak için toprak biyotasını oluşturan genelde mikroorganizmalar olmak üzere toprak canlıları tarımsal üretimde önemli rol oynayacaktır. Yeşil devrimin ana girdilerinden olan bitki koruma ve bitki beslenmede ana rol oynayan agrokimyasallar önemlerini yitirecek ve yerlerini adı geçen canlılara bırakacaklardır. Bu görüş bilimsel olarak kabul edildiğine ve üzerinde inanılmaz sayıda araştırmalar yürütüldüğüne göre, bizim tarımla ilgili fakültelerinde EĞİTİM yeni bir içerik ve yapı kazanmak zorundadır. Ben 20 yıldır Üniversitemden ayrı olduğum için ilgili Bölümlerin ve akademisyenlerin bu yeni bilim çağına ne ölçüde hazır olduğunu maalesef bilmemekteyim. Akıllı Tarım olgusunu da buraya eklediğimizde, tüm biyolojik tabanlı Bölümler ile Tarımsal Mekanizasyon, Tarımsal Yapıların bu konularda çağı yakalayacak düzeyde olduğuna inanıyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz