Ayküt Gül
Tüm dünyayı olduğu kadar ülkemizi de zorlu bir yıl bekliyor. Aslında ülkemiz için, alışılageldiği üzere, daha fazla riskler ve belirsizliklerle dolu bir yıl.
Küresel güçlerin gözleri üzerimizde… Savunma sanayiindeki başarılar, tam bağımsızlık yönünde atılan adımlar ve özellikle de gıda güvencesi konusunda kilit rol oynayan bir ülke olan Türkiye, doğal olarak tüm şimşekleri de üzerine çekiyor.
Rusya-Ukrayna savaşının neden olduğu insani dramlar ve dünya ekonomisinde artan kırılganlıklar… Bu süreçte Tahıl Koridoru ile bugüne kadar 18 milyon ton tahılın transferinin sağlanmasında baş rolü oynayarak giderek daha saygın, güvenilir ve cazibe merkezi bir ülke haline gelmemiz, yeni sorumlulukları ve tehditleri de beraberinde getiriyor.
İklim değişimi ve gıda israfı
Önceki gün Tarım ve Orman Bakanımız Prof. Dr. Vahit Kirişçi’nin de katıldığı Berlin Tarım Bakanları Konferansı’nın ardından yayınlanan bildiride, “Tarım ve gıda sektörlerinin sürdürülebilir şekilde üretim yapmalarını, yeni koşullara uyum sağlamalarını, risklerle başa çıkma becerilerini geliştirmelerini, sosyal olarak daha adil olmalarını ve krizlerden daha hızlı ve daha iyi çıkmalarını sağlayarak sürdürülebilir, kapsayıcı, verimli ve dirençli gıda sistemlerini teşvik etmeyi taahhüt ediyoruz” ifadesi yer aldı. Sonuç bildirgesinde, iklim krizinden etkilenen bölgelerde açlık ve yetersiz beslenmenin çatışma ve zorunlu göç de dahil olmak üzere her türlü eşitsizliği körüklediği vurgusu yapıldı. Ayrıca yüksek oranlardaki gıda kayıplarının önlenmesi gerektiğine de dikkat çekildi.¹
Bu noktada, iklim değişiminin ve gıda israfının baş sorumlularının Batı dünyası olduğu tespitini yapmak gerekiyor. Açlığın olduğu bölgelerdeki insanlar, ellerindeki gıdanın her zerresini tüketmek zorundalar. Başta ABD olmak üzere gelişmiş (!) Batı, ürettiği gıdanın önemli bir kısmını israf ediyor.
Doğal Kaynaklar Savunma Konseyi’nin 2012 tarihli yayınladığı raporunda, ABD’de üretilen gıdaların yaklaşık yüzde 40’ının yenmediğini ortaya koydu. Raporda, “Bu, her yıl kişi başına ortalama 180 kg gıda demektir. Bu sadece sorumsuzluk değil, aynı zamanda oldukça pahalı. Yenmemiş gıdaların yetiştirilmesi, işlenmesi, taşınması ve bertaraf edilmesinin yıllık tahmini maliyeti 218 milyar dolardır ve dört kişilik bir haneye yıllık ortalama 1.800 dolara mal olmaktadır… Bu aslında gıdanın da ötesinde kaynak kullanımı sorunu. En sürdürülebilir uygulamalarla bile, gıda sistemimiz muazzam kaynaklar kullanır… Yiyecekleri tüketmezsek bu kaynaklar boşuna kullanılmış olur. Atık yiyecekler aynı zamanda iklim değişikliğine önemli bir katkıda bulunuyor ve 37 milyon otomobilden daha fazla sera gazı emisyonu üretiyor. Bu sera gazlarının çoğu gıda üretiminde salınır, ancak bir kısmı, gıda çöplüklerde çürürken metan olarak salınır. Aslında, bugün çöplüklere bir numaralı katkıda bulunan gıdadır.”²
Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın Gıda İsraf İndeksi 2021 Raporu’na göre, küresel sera gazı emisyonunun yaklaşık olarak yüzde 10 kadarı gıda israfından kaynaklanıyor.
Bu israfın önemli bir kısmına gelişmiş ülkelerin neden olduğu düşünüldüğünde, bu konuyu az gelişmiş ülkeler aleyhine düzenlemelerle gündemde tutan Batı’nın gıda israfını önleme konusunda öncelikle üzerine düşeni yapması gerektiği görülür.
Gıda israfı, tarladan çatala kadar olan süreçte üretilen gıdanın insanlar tarafından tüketilememesi anlamına geliyor.
Gıdaların hasat veya nakil sırasında ezilmesi, çürümesi ve bozulması gıdanın israf edilmesine yol açmaktadır. Elbette israf sadece tarla veya marketlerde gerçekleşmiyor. Lokantada tabakta bırakılan yemek artıkları, ihtiyaç listesi yapmadan alışverişe çıkarak gereğinden fazla gıda alarak çürümeye yüz tutulanlar da gıda israfına neden olan etkenler olarak sayılabilir. En yüksek gıda israfı maalesef evlerimizde gerçekleşiyor