Son üç aydır yalnızca ot ve suyla besleniyorum. Bunu, güvendiğim bir doktorun önerisiyle denemeye karar verdim.
Başlangıçta zor olacağını düşündüm; yıllardır alıştığım beslenme düzenini değiştirmek kolay değildi.
Ancak zamanla fark ettim ki vücudum hafifliyor, zihnim berraklaşıyor, enerjim artıyordu. Sanki hücrelerim yeniden doğuyordu. Doğa adeta bana, “İşte asıl ihtiyacın olan bu!” diyordu.
Günümüz beslenme alışkanlıkları farkında olmadan bizi hasta eden bir düzene dönüşmüş durumda.
Kaynağını bilmediğimiz etler, işlenmiş gıdalar, şeker yüklü tatlılar ve yağlı yiyecekler sofralarımızın vazgeçilmezi haline geldi.
Oysa tüm bunlar, yıllar içinde vücudumuzda gizli tahribatlara yol açıyor. Kan şekeri dengesi bozuluyor, karaciğer yağlanıyor, kalp ve böbrek hastalıkları kaçınılmaz hale geliyor. Oysa doğanın sunduğu mucizeler var ve bunların başında otlar geliyor.
Otların Şifası: Doğanın En Büyük Armağanı
Otlar yalnızca tabaklarımızı süsleyen garnitürler değil, doğanın bize sunduğu en güçlü ilaçlardan biri. Her biri kendine özgü faydalar taşıyor:
•Şevketibostan – Karaciğeri temizler, bağırsakları rahatlatır, sindirimi destekler. Ege mutfağında zeytinyağlı ve etli yemekleri yapılır.
•Ebegümeci – Cilt sağlığını destekler, bağışıklığı güçlendirir, solunum yollarını açar. Osmanlı mutfağında çorba ve böreklerde sıkça kullanılmıştır.
•Hardal Otu – Kan dolaşımını hızlandırır, metabolizmayı canlandırır, doğal bir enerji kaynağıdır. Zeytinyağı ve limonla lezzeti artar.
•Turp Otu – Karaciğeri destekler, sindirimi düzenler, mideyi rahatlatır. Hafif acımsı tadıyla mevsim salatalarına ayrı bir lezzet katar.
•Rezene – Sindirim sistemini rahatlatır, gaz sorunlarına iyi gelir, uyku düzenini iyileştirir. Çay olarak tüketildiğinde sakinleştirici etkisi vardır.
Ege mutfağının binlerce yıldır vazgeçilmezi olan yabani semizotu, deniz börülcesi, radika, kuzukulağı, dağ kekiği ve kenger gibi otlar, modern yaşamın hızında unutulmaya yüz tutmuş durumda. Şimdi onları sofralarımıza geri çağırmanın tam zamanı.