Biraz istavrit, birkaç kırmızı turp, bir bağ taze soğan, bir kıvırcık alıp eve gidin. İstavritleri biraz yağda kızartıp, afiyetle yiyin. Kalan kızartma yağını da bir şişeye koyup, bir sonraki ziyafete saklayın. Tutumlu, gıdım gıdım bir yaşam!
Konuya çivileme dalıp, etrafa yağ sıçratmayalım.
Bu sezon tavaya niye hamsi koyamadık?
Şöyle fiyatı uygun balığı bulsak, tabii ki koyacağız.
Ara ki bulasın! Hadi bulduk dedik! Fiyatı, çeyrek altınla yarışıyor.
Hamsinin yağlanması için hamsinin kar suyuyla buluşması lazım.
Son günlerde beklenen kar yağdı ama bu kar hamsinin yağlanmasına yetmedi!
Yani, henüz yeterince yağlanmadı!
Önce konuya biraz ısınalım!
Oldum olası küçük balıkları severim.
Hem lezzetlidir hem de ucuzdur! Hatta elinize bir olta alırsanız, balığı bedavaya bile getirebilirsiniz.
Manav masrafına ben karışmam. Keyif sizin! Kırmızı turp, taze soğan, marul…
Balık tutmayı, Ortaköy’de, caminin önünde öğrendim.
Siz pek heveslenmeyin, camiinin önüne girmek artık yasak!
Benim söz ettiğim yıllarda, balık çok boldu.
Tutmak için yetenek falan istemiyordu. Oltayı denize atmak yeterliydi. Açgözlü balıklar, ucunda yem bile olmayan iğneleri kapmak için adeta yarışırlardı.
Kıyıdan balık yakalamayı, yaşlı bir Ortaköylü’den öğrenmiştim.
Doğma büyüme Ortaköylü bir Rum’du.
Çapari nasıl bağlanır, zoka nasıl cıva ile parlatılır, balığın hangi derinlikte olduğu nasıl anlaşılır, olta nasıl titretilir?
Bir de misinanın rüzgârın etkisiyle karmakarışık olması derdi vardı. Çünkü bugünkü modern kamışlar yoktu o zamanlar. Olanlar da çok pahalıydı. Arapsaçına dönen misinayı açmak da ayrı bir yetenek isterdi.
Balık çoktu dedim ya! Torikler, palamutlar ardı ardına zokaya takılır, kovalar hemencecik dolardı.
Balığın fazlasını konu komşuya dağıtır, hayır duası alırdım!
Palamut akını bitince, sıra istavrite gelirdi. Çaparim 10-12 iğneli olurdu. İğnelerin ucuna, komşunun kümesindeki kazların tüyünü bağlardım.
Ustalar, tüyü iğneye kırmızı makara ipliği ile bağlamamı önerirlerdi nedense! Kırmızı ipliği annemin dikiş kutusundan tırtıklardım!