Seferihisar’dayız. Selçuk yolu ile deniz arasındaki dar şeritte pırnar, meşe gibi çalıların arasında ahlat ağaççıkları da var. Sonbahar geçmekte olduğu halde bir türlü olgunlaşmayan meyveler, salkım salkım. Arada bir meyvelerin tadına bakıyorum. Hâlâ taş gibi sert ve buruk bir tadı var. Resmen insanın boğazına düğümleniyor.
Geçen gün kıyıda gezerken bu ağaçların tıpkı ilkbahardaki gibi beyaz çiçeklerle donandığını görünce çok şaşırdım. Bu yılın olgunlaşmak üzere olan meyvelerinin yanında kar beyazı çiçekler. Birkaç gün sonra 18 Ekim günü fotoğraflarını çektim. İyi göremediğim için pek net çıkmadı ise de çiçekler ve meyveler aynı karede görülebiliyor. Son zamanda yağan yağmurları izleyen sıcak hava, kadim çağlardan beri buralarda yetişen bitkileri bile aldatmış olmalı.
ANILAR
Ahlat ağacı coğrafyamızın has bitkisidir. En olumsuz koşullarda bile kendiliğinden yetişebiliyor. İlk hatırladığım doğduğum yer olan Babadağ bucağının Sığırtmaç Yaylasındaki ağaçlar. Düzlükte ahlat anacı üzerine aşılanmış üç ayrı yerde bulunan armut ağaçları vardı. Biri kocaman meyveli güz armudu, diğerleri daha erken olgunlaşan ufak meyveli yeşil armutlar.
Üç kiraz ağacı, birer tane de kavruk erik ve vişne ağacı vardı. Yamaçlarda domuz erikleri, alıçlar bulunuyordu. Su sızıntısı olan iki yerde böğürtlen çalıları büyümüştü. Alatlı Çeşmesi’nin alt tarafında bir incir ağacı vardı. Obamızdaki beş altı çocuk, yaz boyunca bunları toplayıp yerdik. Doyasıya yediğimiz sanılmasın, öyle bir bolluk yoktu.
İnciri olgunlaşmadan yediği için dudağı kabaranlar olurdu. İncir ağacı kaygandır ve tutunacak fazla yeri yoktur. Ağaçtan düşüp karnına kazık batan bile oldu.