Farklı içecekleri ait oldukları sıcaklıkta servis eden ve bu şekilde önemli ölçüde su tasarrufu sağlayan teknolojinin fikir babası Can Algül, Silikon Vadisi’ne kadar uzanan macerasını anlatıyor.
Hikâye bir yanıyla çok tanıdık: Üniversiteyi yarıda bırakan, parlak fikirli genç bir girişimci, Silikon Vadisi’ne uzanan bir start-up macerası ve bugün New York’tan Tokyo’ya, Barcelona’dan Lizbon’a, dünya metropolleri de dahil olmak üzere 7 ülkede 60’tan fazla şehre yayılan bir başarı hikâyesi… İşin tanıdık olmayan tarafı ise bunun gastronomiyle bağlantısı: Can Algül’ün kurduğu Pubinno, bugün Türkiye’nin yeme-içme sektöründe ortaya koyabildiği nadir teknoloji şirketlerinden biri. Amaç da her biranın kendi ideal sıcaklığında, kendi ideal köpük miktarıyla ve her bardakta aynı lezzeti yakalayacak şekilde biraseverlere sunulması; üstelik bu esnada insan kaynaklı ziyanın önüne geçilmesi, başta su olmak üzere doğal kaynakların korunması…
Kısaca gastronominin en önemli ögesi olan lezzetle sürdürülebilirlik ilkesinin lafta kalmadan, gerçekten birleştirilebilmesi. Peki bu nasıl mümkün olabildi? Şirketin kurucu ortağı ve CEO’su olan Can Algül’den dinliyoruz.
Fikir Beyoğlu’nda mayalandı
Size bu teknolojik fikri sağlayan ortam, altyapı nerede filizlendi?
Bana bunu sağlayan kesinlikle lisem ve Beyoğlu’dur en başta. Vefa Lisesi’nden mezunum, tıpkı babam, ablam ve kuzenim gibi. Vefa gibi köklü liselerde okumak insana çok şey katıyor. Lisedeyken cuma bayrak töreninden sonra hepimiz Beyoğlu’na geçerdik. Herkesin favori mekanları, ilgileri farklıydı şüphesiz. Şurası kesin, hepimizin mayalandığı yer Beyoğlu oldu; hiç farkında olmadan birçok şey sindi bize, bir göz aşinalığı, kulak dolgunluğu geliştirdik ve aynı zamanda yeme-içme zevkine dair en önemli kuralları yavaş yavaş gençliğimizden itibaren öğrendik.
İstanbul’daki birçok mekanın yanı sıra Manhattan, Tokyo, Barcelona gibi merkezlere ulaşan Pubinno teknolojisi sürdürülebilir bir teknoloji olarak ödüllü
Bir söyleşinizde “İlham bir anlık bir şey değil, parçaların bütünü” mealinde bir söz söylüyorsunuz. Burada sonuca giden başka parçalar da olmalı sanki?
Var tabii. Mesela zevk dedim ya, yeme-içme zevki de tıpkı edebiyattan zevk almak gibidir. Bende onu geliştiren kesinlikle edebiyat, özellikle de yerli şairlerimiz oldu. Orhan Veli ya da Edip Cansever okurken aldığım zevk, sınıfta dersi dinlemek yerine gizli gizli Gülünün Solduğu Akşam’ı açıp okumanın bana verdiği zevk de o bütünün parçaları…
İşin içyüzü hiç de tozpembe değil
Kaç yaşındaydınız bu fikri bulduğunuzda?
Daha 27 yaşındaydım. Ama fikri bulduğum sene 2011’di, yaygınlaştığındaysa 2018!
Başarı hikâyelerini, hele hele “üniversiteyi yarıda bırakan dahi” meselesini dinlemeyi seviyoruz, bize de umut verdiği için olsa gerek. Ama “İşin içyüzü o kadar tozpembe değil” diyorsunuz yani?
Geçtim tozpembeyi, pembe bile değil! İTÜ’de uygulanan SUNY programına kabul edilmiştim, 1. ve 3. senemizi Türkiye’de, 2. ve 4. senemizi ABD’de eğitim alarak tamamlıyorduk. Amerika’ya gidince bir kültür şoku yaşıyorsun önce, girişimcilik denen şey neymiş gerçekten orada gördüm. Ama buraya döndüm, Marmaray inşaatında staj yapıyorum ve görüyorum ki mühendis olarak benim sürece hiçbir katkım yok. Sadece imza atan bir birimden ibaretim. Bu beni bazı şeyleri sorgulamaya itti, okulumu bıraktım ve fikrimin peşinden koşmaya karar verdim. Tabii ailem fırtınaları kopardı!