Karpuz kabuğu denize düştü mü yaz gelmiştir, artık denize girilir denir ya, kesinlikle katılıyorum. Hâlâ bakarım, yaz başında Boğaz kıyısında yürürken suda karpuz kabuğu var mı diye. Çocukluğumda ansiklopedi karıştırırken karpuzun açılımına denk gelmiştim bir gün. Bir siyah beyaz fotoğrafta içine bir çocuğun girebileceği kadar büyük bir karpuz vardı, içinde bir çocukla. Diyarbakır karpuzuymuş o meğer. Şimdilerde o kadar büyükleri çıkmıyor sanki. Pazarda da elden ele atılarak üst üste bir dağ gibi dizilen kapuzlar olurdu. Karpuzcu birkaç karpuzu keser, kan gibi görüntüsü ile gelene geçene tattırırdı. Babam birçok taktik geliştirdi en iyi karpuzu seçmek için. Ama her seferinde en kabak olanını seçmeyi başardı. Şimdi o karpuz dağlarının yerini marketlerde streç film ile kaplanmış dilim karpuzlar aldı maalesef.
Bayılırım karpuza. Yazın hem karnını doyurur hem de susuzluğunu giderir karpuz. Bir anlamda içecekle yiyeceği bir yeşil kapta toplamışsın gibi hissederim karpuz yerken. Boşu boşuna Anglosaksonlar su kavunu yani ‘watermelon’ demiyorlar karpuza. Hele o hafif kumlanmış dokulu, kıpkırmızı karpuzlar yok mu, yedikçe yedirir kendini. Hafif tatlı, otsu kokusu ve tadı ile; kumlu, sulu, kütür dokusu ile çok lezzetlidir karpuz. Seçmesi kadar kesmesi de maharet ister. Önce dilimlenir, ardından da üçgen üçgen kesilir. Kabuğa yakın kalan etini de karpuz kesilirken yandan yandan yemek ayrı bir keyiftir.
Kuzey Afrika kökenli
Karpuzun kökeni Kuzey Afrika. Antik Mısır’da hem tadı hem de kurak bölgelerde suya alternatif olması nedeniyle karpuz çok sevilip yetiştirilmiş. Akdeniz’e yayılması Yunan ve Romalılar sayesinde olmuş. Müslümanlar Güney İspanya’yı işgal ettiğinde, Batı Akdeniz’de karpuzla tanışmış. Afrikalı köleler de karpuzu Afrika’dan Amerika’ya taşımışlar. Karpuz ismi bize eski Yunanca’da meyve veya ürün vermek fiilinden geçmiş. Bugün Türkiye Çin’den sonra dünyanın ikinci en büyük karpuz üreticisi.