Gıda israfının ardından küresel gıda güvenliği için en önemli tehditlerden birinin biyoyakıt üretimi olduğunu belirten Doç. Dr. Muharrem Hilmi Özev, “Biyoyakıt üretimi için kullanılan ekilebilir arazilerin gıda üretimini sınırlamasının, insani ve ekonomik krizleri tetikleyebileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Beslenme için kullanılması gereken gıda ürünlerinin yakıt depolarına doldurulması, çağımızda görülebilecek en can yakıcı dramlardan biridir” diyor.
İstanbul Üniversitesi’nden Doç. Dr. Muharrem Hilmi Özev’in “Küresel Gıda Güvenliği Değerlendirmelerinde Göz Ardı Edilen Tehdit: Biyoyakıt Üretimi” başlıklı makalesi, Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (TASAM) web sitesinde yayımlandı.
Küresel gıda güvenliği açısından biyoyakıt üretiminin etkileri üzerine odaklanan Özev, açlığın küresel düzeyde önenmesi bağlamında gıda güvenliğine en hacimli tehdidi oluşturan gıda israfının ardından ikinci sırada yer alan biyoyakıt üretimi ve bu sürecin gıda güvenliği üzerindeki etkilerini incelediği çalışmasında, biyo yakıt üretiminin gıda güvenliği üzerindeki potansiyel tehditlere işaret etti. Çevresel, ekonomik ve siyasi faktörlerin biyoyakıt üretimini nasıl etkilediğinin incelendiği, özellikle açlıkla mücadele eden bölgelerde bu üretimin insanı ve toplumu nasıl etkilediği vurgulanan Çalışmada, hükümetlerin bu konuda alabileceği önlemlere dikkat çekerken, biyoyakıt üretiminin gıda güvenliği üzerindeki potansiyel tehditlerini etik ve ekonomik açılardan değerlendirildi.
Biyoyakıtlar ve Gıda Güvenliği
Özev’in çalışmasına göre, gıda güvenliği ile biyoenerji üretimi arasındaki ilişki, hem potansiyel faydaları hem de zorlukları kapsayan karmaşık ve çok yönlü. Biyoenerji üretimi, enerji güvenliğine katkıda bulunma ve iklim değişikliği endişelerini giderme konusunda katkı sağlıyor. Ancak bu aynı zamanda gıda güvenliği açısından da önemli sonuçları beraberinde getiriyor. Öncelikle biyoenerji mahsullerinin ekimi, gıda üretimi sahalarında gerçekleştirildiği için gıda üretimini azaltıp gıda fiyatlarını artırıyor ve özellikle su kıtlığı ve toprak bozulması gibi sorunlarla mücadele eden bölgelerde gıda üretimi için tehdit oluşturuyor.
Açlığın önlenmesi bağlamında, küresel gıda güvenliğinde en önemli riskler gıda israfından kaynaklanırken, gıda güvenliği iklim değişikliği, biyolojik çeşitliliğin azalması, su kıtlığı, arazi bozulması, nüfus artışı, fiyat artışı, çatışma alanlarının genişlemesi, tarımsal üretimi etkileyen böcek ve hastalıklar, küresel ticaretteki sorunlar, teknoloji açığı gibi çok yönlü tehditlerle karşı karşıya. Biyoyakıt üretimi de açlığın önlenmesi bağlamında küresel gıda güvenliği için ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Biyoyakıtların temel farklılığı kullanılan hammaddeler
Biyoyakıtlar birinci nesil (geleneksel), ikinci nesil biyoyakıtlar ve sentetik (üçüncü nesil) biyoyakıtlar olmak üzere üçe ayrılıyor. Birinci nesil biyoyakıtlar ve ikinci nesil biyoyakıtlar arasındaki temel farklar, hammaddelerinin kaynağı, üretim süreçleri ve çevresel etkileridir. Birinci nesil biyoyakıtlar genellikle bitkisel kaynaklardan, örneğin mısır veya şeker kamışı gibi tarım ürünlerinden elde edilir. Üretim süreci genellikle nişasta veya şeker içeren bitkilerin fermantasyonuyla gerçekleşir. Ancak, bu biyoyakıtların üretiminde tarım alanları, su tüketimi gibi çevresel etkiler nedeniyle eleştirilmiştir.
Diğer yandan, ikinci nesil biyoyakıtlar daha çeşitli hammaddeler kullanır. Bu hammaddeler, gıda üretiminden arta kalan atıklar, odun veya algler gibi çeşitli kaynaklardan elde edilebilir. Üretim süreci daha karmaşık olup, selüloz, hemiselüloz ve lignin gibi kompleks biyomoleküllerden elde edilen biyokütle, enzimatik veya termokimyasal yöntemlerle parçalanarak fermentasyona uğratılır. Bu, tarım alanlarına olan baskıyı azaltabilir ve daha sürdürülebilir bir yaklaşım sunabilir. İkinci nesil biyoyakıtlar, çeşitlilik, sürdürülebilirlik ve çevre dostu üretim süreçleri bakımından birinci nesil biyoyakıtlardan ayrılır ve daha gelecek odaklı bir enerji kaynağı olarak değerlendirilir.
Sentetik biyoyakıtlar ise metan veya etanol gibi basit moleküllerin sentezinden üretilir. Sentetik biyoyakıtlar, yüksek enerji yoğunluğu veya düşük emisyon gibi belirli özelliklere sahip olacak şekilde uyarlanabilir.
Gıda güvenliğine en önemli tehdit; birinci nesil biyoyakıt üretimi
2030 yılına dek, gelişmekte olan ekonomilerde yaktı harmanlama talimatlarının gelişmesi beklenmektedir. Selüloz bazlı etanol ve geri dönüştürülmüş yağ bazlı biyodizel gibi gelişmiş biyoyakıtlarda ise önemli bir artış beklenmemektedir. Teknolojideki öngörülemeyen ilerlemeler ve düzenleyici çerçevedeki potansiyel değişiklikler, biyoyakıtlara yönelik mevcut pazar tahminlerinden sapmalara neden olabilecek ise de bu Görünüm, biyoyakıtların [%80 gibi] büyük bir bölümünün birincil tarımsal ürünlerden üretileceğini göstermektedir (OECD, 2022). Dolayısıyla, açlığın önlenmesi bağlamında gıda güvenliğine dönük en önemli tehdit birinci nesil biyoyakıt üretiminden gelmektedir.
Biyoyakıt ticareti birkaç küresel oyuncunun hakimiyetindedir. Bu durum, büyük oyuncuların üretim süreçlerini daha etkili ve standart hale getirmesini sağlayabilir Büyük şirketlerin biyoyakıt teknolojileri üzerine yaptığı yoğun araştırma ve geliştirme çalışmaları, sektörde yenilikçi çözümlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilir. Ancak, rekabetçi ortamın korunması, fiyat kontrolü ve sürdürülebilirlik gibi alanlarda sorunlar ortaya çıkabilir. Bu nedenle, biyoyakıt ticaretindeki hakimiyet, hem sektörün gelişimine olan olumlu katkıları hem de rekabet ve sürdürülebilirlik açısından potansiyel zorlukları içeren geniş bir perspektiften ele alınmalıdır. 2030’da ilk beş etanol ihracatçısı Amerika Birleşik Devletleri, Brezilya, Avrupa Birliği, Pakistan, Birleşik Krallık’tan oluşacağı tahmin edilmektedir. İlk beş biyodizel ihracatçısının ise Arjantin, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, Endonezya, Kanada olması beklenmektedir (OECD, 2022).
Şekil 2: Biyoyakıt ticaretinde oyuncular
Birinci nesil biyoyakıt hammaddelerine olan talebin önümüzdeki on yıl içinde yavaş yavaş artması beklenmektedir. Tarımsal ürünlerde ek biyoyakıt kullanımının çoğunun, artan ulaşım yakıtı kullanımı ve yüksek biyoyakıt harmanlama gereklilikleri nedeniyle Hindistan ve Endonezya’da gerçekleşmesi beklenmektedir. Diğer önemli pazarlarda, ör. Avrupa Birliği’nde, ulaşım yakıtı kullanımının azalması ve diğer hammaddelere yönelme nedeniyle birinci nesil biyoyakıt hammaddelerine olan talebin azalması beklenmektedir. Genel olarak, küresel şeker kamışı ve bitkisel yağ kullanımının biyoyakıt payının artması, mısırın biyoyakıt payının ise düşmesi beklenmektedir (OECD, 2022).
Modern tarımın artan enerji ihtiyacı!
Biyoyakıt üretimi ile gıda güvenliği arasındaki korelasyon çok faktörlü ve karmaşıktır. Ulaşım, arazi yapısı, bölgesel siyasi ve sosyolojik faktörler gibi pek çok faktör bu korelasyonu etkilemektedir. Dolayısıyla ne kadar biyoyakıtın, gıda arzını ne kadar etkilediğini tam olarak kestirmek imkansız gibidir. Öte yandan modern tarımda enerji tüketimine duyulan ihtiyaç gıda üretimini enerji güvenliğine bağımlı hale getirmektedir. Bu da biyoyakıt üretimi ile enerji güvenliği arasındaki etkileşimin tek yönlü olmadığını, aksine karşılıklı etkileşimin söz konusu olduğunu göstermektedir. Bu noktada en büyük risk faktörü gıda fiyatlarının petrol fiyatlarına endeksli hale gelmesidir. Bununla birlikte bu etkileşimi çok daha derinleştiren biyoyakıt üretiminin gıda güvenliği üzerindeki etkisi göz ardı edilemeyecek kadar barizdir.
1 litre etanol için 2,5 kilo buğday kullanılıyor
Dünyada günlük 2 milyon varil yaklaşık 350 bin ton, biyoyakıt üretilmektedir ( (IEA, 2021) Bu üretimin kaynakları ve son ürünleri çok çeşitli olduğu için ne kadar yenilebilir ürününün biyoyakıt üretimine gittiğini ölçmek kolay bir iş değildir. Yine de bir basitleştirme yöntemiyle sektörün hacmi ve etkisi konusunda tahminler yapmak mümkündür. Örneğin bir litre etanol için 2,5 kilo buğday kullanmanız gerekir. Bu da günlük 750 bin ton buğdaya eşdeğer biyo yakıt hammaddesine tekabül eder. Türkiye de günlük 1500 mw’a ulaşan kapasitesiyle, yaklaşık %1,5 gibi bir oranla bu sektördeki yerini almaktadır. Küresel biyoyakıt üretiminin %20’si şehir atıkları ve selülozik orman ve tarım ürünleri artıkları gibi gıda ya da yem olarak kullanılması mümkün olmayan biyolojik artıklardan; %80’i ise yenilebilir (edible) türden hammaddelerden oluşmaktadır. Yani doğrudan sofralarımıza getirilebilecek ya da hayvan yemi olarak kullanılabilecek olduğu halde biyoyakıt üretimine yani kamyonların ve endüstrinin dizel deposuna, arabaların benzin deposuna gönderilen tarım ürünlerinin miktarı örneğin buğday üzerinden hesaplanacak olursa kabaca günlük 600 bin ton civarındadır.
Rusya ve Ukrayna’dan Türkiye’nin de büyük çabaları ile çıkarılıp bir yılda dünyaya arz edilen buğday miktarı 30 milyon tondur ki bu miktarın küresel gıda güvenliği açısından önemi ortadadır. Ancak aynı miktarda, sofralarda ya da hayvan yemi olarak kullanılabilecek tarım ürünü sadece 50 gün içerisinde biyoyakıta dönüştürülmektedir. Yani Rusya ve Ukrayna’dan büyük çabalarla dünyaya arz edilen buğdaya eşdeğer gıda ürününün yaklaşık altı katı, yani 180 milyon ton buğdaya eşdeğer yenilebilir tarım ürünü bir yıl içerisinde biyoyakıt üretimine gitmektedir. Yapılacak incelikli analizlerle bu tahminlerin çok daha yükselmesi ya da düşmesi mümkündür. Asgari koşullarda düşündüğümüzde bile biyo yakıt üretim ve arzının küresel gıda güvenliği açısından ne denli önemli olduğu açıktır ve açlık sorununu katlanılamaz hale getiren ve dünya gıda güvenliğini tehdit eden bir yönünün olduğu kesindir.
Gıda güvenliğine tehdit oluşturan biyoyakıt üretimi yönetilebilir
Gıda güvenliğini asıl tehdit eden unsur yıllık bir milyar tona yaklaşan gıda israfıdır. İnsanlarca israf edilen gıdanın bir kısmı biyoyakıta ve hayvan yemine dönüşse de gıda israfının etkisi ilk sıradaki yerini korumaktadır. Çevresel, ekonomik ve siyasi faktörlerden hangilerinin öncelikli tehdit oluşturduğunu tahmin etmek zor olsa da, gıda güvenliğine tehdit oluşturan ve kısa vadede yönetilebilir alanların ilki biyoyakıt üretimidir. Bu nedenle gıda fiyatlarının aşırı arttığı günümüzde, ekilebilir arazilerin biyoyakıt üretimine ayrılmasına izin verilmemesi ya da bu tarz üretimin kısıtlanması gerekir. Açlık tehlikesi ile boğuşan Afrika, bazı güney Asya ve Latin Amerika ülkeleri için bu, daha fazla gayri ahlaki bir durum arz etmekte; insani, siyasi krizlere neden olmakta, ekonomik ve toplumsal açıdan gelecek nesilleri tehdit etmektedir.
Hükümetler yakıt harmanlama talimatları, sübvansiyonlar ve vergi indirimleri yoluyla biyoyakıt üretimini yönlendirme imkanına sahiptir. Bu çerçevede mutfak malzemesi ya da hayvan besini niteliğindeki tarım ürünlerinden biyoyakıt üretimi behemehâl asgariye indirilmelidir. İnsanların ve diğer canlıların beslenmesi için kullanılması gereken gıda ürünlerinin sanayi ve ulaşım sektörlerinin yakıt depolarına doldurulması çağımızda görülebilecek en can yakıcı dramlardan biridir ve etik açıdan da ciddi biçimde sorunludur. Çünkü ne yiyorsak oyuz. Düzgün beslenemeyen bireylerin özgürlüğünden ve insaniliğinden söz edemeyiz.
Tarım üretimi fazlasının biyoyakıt olarak kullanılması mazur görülemez
Küreselleşmenin kazandığı yeni boyut nedeniyle, herhangi bir ülkede gerçekleştirilen tarım üretimi fazlasının –çok fazla olması nedeniyle- biyoyakıt olarak kullanılması maruz görülemez. Örneğin Rusya ve Ukrayna’daki tarım ürünleri fazlasının savaş ya da başka nedenlerden dolayı küresel piyasalardan çekilmesi büyük insani felaketlere yol açabilir. Aynı şekilde, ABD, Kanada ve Avustralya gibi zengin Batılı ülkelere ek olarak Yağmur Ormanları bölgelerindeki Endonezya, Brezilya ve bir kısım Afrika ülkelerinde hatta Hindistan’da gerçekleştirilen mısır, buğday, pancar, şeker kamışı, bitkisel yağ gibi ürünlerden biyoyakıt üretimi, küresel gıda güvenliğine büyük tehdit oluşturmaktadır.
Sonuç olarak, biyoyakıt üretimi sadece belediye atıklarından, orman ürünleri artıklarından ve tarım üretimi sırasında ortaya çıkan ama gıda maddesi olarak kullanılamayan selülozik maddelerden ve gıda artıklarından -o da israf edilmemek kaydıyla- olduğu zaman kabul edilebilir. Bunun dışındaki biyoyakıt üretiminin ekonomik, toplumsal ve etik dayanağı bulunmamaktadır. Bu nedenle, yenilenebilir ya da geleneksel enerji üretimi için geliştirilen sahaların gıda üretimini aksatmayacak şekilde düzenlenmesi ve bu çerçevede mümkünse BM gibi uluslararası kurumlar ve Türkiye gibi ülkelerin öncülüğünde mevcut politikaların ve kuralların gözden geçirilmesi şarttır.
Sonuç
Biyoyakıt üretimi küresel enerji politikalarının önemli bir bileşeni konumundadır. Küresel siyasi ortamdaki gelişmeler, tarım üretimi alanındaki gelişmeler, geleneksel enerji üretimi kalıplarının değişmesi gibi faktörler biyoyakıt sektörünü etkileyecek faktörlerin başında gelmektedir. Fosil yakıt fiyatlarının, biyoyakıt rekabet gücünü ve biyoyakıt sektörüne tahsis edilen sübvansiyonları etkilemesi nedeniyle, petrol piyasasındaki gelişmeler biyoyakıt politikalarını etkilemektedir. Hayvancılık sektöründeki gelişmeler de özellikle yem tedariki konusunda biyoyakıt sektöründen etkilenmektedir. Biyoyakıtların gıda kullanımıyla rekabet etmesi ve istenmeyen arazi kullanımı etkilerine neden olabileceği için, ülkeler biyoyakıt üretimini daha hızlı artırma konusunda temkinli bir yaklaşım benimsemektedirler. Bununla birlikte, bazı gelişmekte olan ekonomilerde harmanlama talimatları önümüzdeki dönemde biyoyakıt üretim ve tüketiminin hızla artabileceğini göstermektedir.
Biyoyakıt üretimi, gıda israfının ardından küresel gıda güvenliğini tehdit eden en önemli tehditlerden bir konumundadır. Özellikle biyoyakıt üretimi için kullanılan ekilebilir arazilerin, açlıkla mücadele eden bölgelerde gıda üretimini sınırlamasının, insani ve ekonomik krizleri tetikleyebileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Artan petrol fiyatlarının biyoyakıt üretimi ile dengelenmeye çalışılması açlığın önlenmesi bağlamında gıda güvenliği için çok ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Biyoyakıt üretimi insani ve etik açıdan sorunludur. Tarım ürünlerinin enerji üretimi için kullanılması, gıda üretimine olan potansiyel tehditleri büyütmektedir.
Hükümetlerin biyoyakıt üretimini yönlendirme imkanları ve bu alanda alınması gereken önlemler, gıda güvenliği açısından kritik bir öneme sahiptir. Bu çerçevede, biyoyakıt üretiminin düzenlenmesi ve uluslararası politikalar çerçevesinde mevcut kuralların gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Biyoyakıt üretimi gıda güvenliği açısından ciddi bir risk oluşturmakta, küresel düzeyde tedbirler alınmasını zorunlu hale getirmektedir. Biyoyakıt üretimi ile ilgili politikalar, gıda üretimini aksatmayacak ve küresel gıda güvenliğini tehdit etmeyecek şekilde dikkatlice gözden geçirilmelidir.
www.gidahatti.com/haber/20392727/gida-guvenligi-icin-goz-ardi-edilen-tehdit?