Yazı başlığında kullanmak üzere, “ayaklanma” sözcüğü yerine, daha yumuşak, gerginliği daha az çağrıştıran “direniş” sözcüğünü kullanmayı yeğledim. Çiftçi ve köylülerimizin, içinde bulundukları bunaltıcı yaşam koşulları ve kırsaldaki üretim faaliyetlerinin bundan böyle adeta sürdürülemez noktaya gelmesi nedeniyle mutsuz ve giderek artan bir gerginlik içinde bulunduklarına şahit oluyoruz.
Başta mazot, gübre, elektrik olmak üzere tarım ve hayvancılık alanında yetersiz teşvikler çiftçi ve köylüler arasındaki yaygın şikayetlerin nedenleri arasında akla ilk gelenler oluyor. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan TÜİK verilerine göre, tarım ve hayvancılık alanlarında üretimin gerilemesi sürerken, çiftçimizin topraktan kopuş süreci de hızlanıyor. Bu ise başlı başına bir sorun… Bu gibi liste başı sorunlar, esas olarak, tarımda planlamanın yeterli olmayışından, tarım politikasının gerçekçi olmamasından kaynaklanıyor.
Oysa hayatın iki alanı var ki, bu alanlarda planlama mutlak surette esastır. Planlama, özellikle tarım ve enerji sektörlerindeki tüm faaliyetleri kapsamak üzere, şarttır. Mevcut sorunlara caba olarak, İklim Değişikliği olgusunun yol açtığı olumsuz çevre etkileri ciddi bir endişe kaynağı oluşturuyor. Ülkemizde olduğu gibi küresel ölçekte de olmak üzere, bir “Gıda Krizi” tehdidi ile karşı karşıya bulunuyoruz. Bu noktada durup, Avrupalı çiftçilerin artarak süren eylemlerine geçelim.
Çiftçiler, Avrupa kentlerinde tarım araçlarıyla kent merkezlerini işgal ediyor, kentleri kuşatıyor ve hoşnutsuzluklarını yüksek perdeden, giriştikleri eylemlerle ifade ediyorlar. Bu ise açıklanmaya muhtaç bir durum olarak görünüyor. Çünkü, Brüksel’deki teknokrat ve bürokratlar, tarımsal ve hayvansal üretim konusunun önemi konusunda hassas davranarak 1962 yılında Avrupa Ortak Tarım Politikası belgesini hazırlayarak hayata geçirmişlerdir.