Geçen haftalarda yaptığımız bir tespiti tekrarlayarak başlayalım: Türkiye gibi enflasyonun çok yüksek olduğu ve beklentilerin yönetilemediği ülkelerde enflasyonla mücadele sadece para politikasının başarısına bırakılamaz. Tarım, ticaret, enerji, sanayi ve maliye politikalarında yapısal reformlar yapılmadıkça enflasyon ancak geçici olarak ve yüksek bir toplumsal maliyetle düşecektir. Son dönemlerde artan et fiyatlarını ve bunun için önerilen çözüm önerilerini bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.
Yıllardan beri izlenen yanlış tarım politikaları sonucunda et fiyatları arttı ve bu artışı dizginlemek için daha önceki yıllardan alışageldiğimiz üzere ithalata başvuruldu. Et fiyatlarının bu dönemde artması sadece Türkiye’ye mahsus bir olumsuzluk zira dünyada gıda enflasyonu neredeyse kıpırdamıyor; et fiyatlarında kayda değer bir artış yok; üretim maliyetini arttıran temel unsurlardan biri olan döviz kuru da yatay seyrediyor. Demek ki sorun bizde. Üstelik bu sorunla da ilk defa karşılaşmıyoruz: Son 10 sene içinde et fiyatlarını kontrol etmek için artan oranlarda et ithal ediyoruz. Artık et ithalatıyla sorunları kalıcı olarak çözemeyeceğimiz, ancak ve ancak öteleyebileceğimiz ortada.
Ne yapmalı?
Peki ne yapmalı? İlk önce dünyada hiçbir ülkenin tarımdan çıkmadığını ve stratejik öneminden dolayı tarımı denetleyip, destekleyip düzenlediğini not edelim. Bizim de ürün planlaması açısından düzenlemeleri yapacak ve bakanlığın koordinasyonunda çalışacak bir üst düzenleme kuruluna ihtiyacımız var. Bu tür bir planlama aklını bakanlığa yerleştirmemiz gerekiyor.
Bitkisel ya da hayvansal üretim yapmasından bağımsız olarak çiftçimizin en önemli sorunlarından biri belirsizlik ve beraberinde gelen nakit akışını yönetememe… Dolayısıyla verilecek olan desteklerin zamanlaması kritik önem taşıyor. Bu desteklerin süt sağılmadan, besi hayvanı kesime gitmeden önce verilmesi ve diğer destek ödemelerini de üretim sonrası en geç üç ay içinde ödenmesi gerekiyor.
Hayvansal üretim yapan çiftçinin en önemli ve belirsiz maliyet kalemlerinden biri de yem fiyatları. Yem ithalatına bağımlılık çiftçiyi kur artışlarına daha da duyarlı hale getiriyor. Bu problemin de çözümlerinden biri Türkiye’nin bitkisel ürün planlamasını yem üretimini dikkate alacak şekilde yapmasıdır. Yani iş yine dönüp dolaşıp tarım gibi stratejik sektörlerde planlamanın önemine geliyor. Yem konusunda çözümlerden biri de hayvansal üretim işletmelerinin kendi karma yem ünitelerine sahip olmasının desteklenmesi…
Bir başka çözüm önerisi de büyükbaş besicilikte zamana bağlı kısa süreli besleme modeline geçilmesi olabilir. Yem tüketimi ve bakım süresi açısından bir maliyet optimizasyonunun sağlandığı bu modelde dikkat edilmesi gereken kritik noktalardan ikisi hayvan refahının gözetilmesi ve veteriner hekim takibinin yapılmasıdır. Sadece bu açıdan değil genç hayvan ölümleri başta olmak üzere zayiatın azaltılması için de veterinerlik hizmetlerinin iyileştirilmesi ve taşra teşkilatının kapasitesinin güçlendirilmesi gerekiyor.
Hayvansal üretim yapan çiftçinin karşı karşıya kaldığı belirsizliği azaltmanın yollarından biri de parite uygulamasının getirilmesi. Bu yolla çiğ süt ve et üreticilerinin girdi fiyatlarındaki olası artışlara karşı korunması sağlanabilir. Tam da bu noktada tarım ve ticaret politikalarının kesişimindeki bir problemden bahsetmek gerekiyor. İlk olarak Aksaray’da bu problemle karşılaşmıştık. Çiğ süt üreticisinin ürününü alan fabrika aynı zamanda bölgedeki büyük yem üreticilerinden biri. Çiğ süt üreticisinin ürününü de ancak yemi kendisinden alması şartıyla satın alıyor.