Türk tarımının ve kooperatifçilik hareketinin deneyimli ismi Dr. Hayati Başaran’ın ilk kitabı “Türkiye’de Tarımın Yüzyıllık Yönetimi” raflarda yerini aldı. Dr. Başaran’ın uzun soluklu ve titiz çalışmaları sonucu ortaya çıkan kitapta; “tarımın önemi”, “tarımın zorluğu”, “tarım politikaları”, “gıda fiyatları”, “toprak reformu” ve “kooperatifçilik” gibi pek çok konuya farklı bakış açıları getirilmektedir.
Kitabın yayınlanması vesilesiyle Dr. Hayati Başaran ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Kitabınızda Türk tarımıyla yakından ilişkili konu ve sorunlara yer veriyorsunuz. Kitabınızı neleri hedefleyerek yazdınız?
Gıda herkesin ortak konusudur, bu nedenle tarım konusunda hemen herkesin fikirleri bulunmaktadır. Oluşturduğu tüm sonuçlar yanında gıda boyutuyla insan sağlığını da doğrudan ilgilendirdiğinden ve etki alanı geniş olduğundan tarım ve gıda, “imbikten geçirilmiş” rafine bilgilerle konuşulmalı, tartışılmalıdır. Çoğu kez hayret ve şaşkınlıkla dinlediğim bazı fikirlerin, temel bilgilerden yoksun çoğunlukla “klişe ezberler” üzerinden veya az da olsa “ideolojik dürtüyle” kasıtlı taraflılık etkisinde oluşturulduğunu fark ettim. Karar süreçlerinde zaman zaman ayaküstü oluşturulan bu fikirlere itibar edildiği için tarım ve gıda alanında ciddi bir “sahicilik problemi” olduğu kanısındayım. Tarımın teknik-iktisadi ilişkilerinin etkileşimini doğru şekilde anlamanın/anlatmanın gerekliliğine olan inançla ve mesleki sorumluluk şuuruyla fikirler oluşturmaya çalıştım. Yazımı üç yıl süren bu kitap, Türkiye’nin yüzyıllık geçmişinde toprağın ve tarımın piyasa yönetim süreçlerini analiz ederek, tarımı hem ekonominin bütünü içinde hem de kendine özgü biyolojik boyutunda anlamaya/anlatmaya çalışmaktadır.Türkiye’nin ilk yüzyılında tarım sektörü bakımından en önemli olaylar nelerdir?
İlk yüzyılında Türkiye’de tarım, olağanüstü (doğal-beşerî) olayların etkisinde gelişmiş; bu alanda toplumun gıda ihtiyacının kesintisiz karşılanmasını sağlayabilmek için çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Her bir düzenleme dönemsel özelliklere göre farklılaşsa da gıda güvenliği temel amaç olmuştur. İlk yıllarda tarımsal piyasaların oluşumunda kooperatifler farklı fonksiyonlarla devreye girmiş, önemli görevler üstlenmiştir. Hayvansal ürünlerin piyasa yönetimine ise devletin müdahalesi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra özel kanunlarla kurulan kamu sermayeli kurumlar üzerinden gerçekleşmiş; tarımsal alanda hizmet sunan Türkiye Zirai Donatım Kurumu (TZDK) ve Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu (TSEK) kurulmuştur. İkinci Dünya Savaşı döneminde ayrıca buğday üreticileri ürünlerini Toprak Mahsulleri Ofisine (TMO) satmak zorunda bırakılmış, savaş ortamında buğday üretim tüketim dengesi gözetilerek ekmeğin un bileşimine arpa ve çavdar eklenmiş ve ekmeğin karne ile satılmasına ilişkin düzenlemeler yapılmıştır.
Yüzyıl boyunca Türkiye’de tarımsal üretimin devamlılığı sağlanmış ancak kentlilerin düzenli gıdaya erişimi için ürünlerin işlenmesi, depolanması ve pazarlara ulaştırılması gibi hizmetlerin de devamlılığına ihtiyaç duyulmuştur. Bu hizmetlerin tamamı tarımsal faaliyetten bağımsız olarak ticaret sektörünün yönettiği süreçler olduğundan tarım ticaretle de yoğun ilişkili hale gelmiştir. Tarım-ticaret ilişkisi yeni kurumsal yapıların ortaya çıkmasını sağladığı gibi tarımsal ürünlerin tüketici tercihine göre özellik kazanmasına da hizmet etmiştir. Bu özelliklerin her biri üretim miktar ve kalitesini tek başına etkileyebilirken her iki özelliğin etkileşimi de önemli düzeyde belirleyici olmuş, özellikle planlı döneme geçişle birlikte tarım, ekonominin etkisinde yönetilen bir sektör olmuştur. Ekonominin oluşturduğu politik belgelerin içeriğine göre tarımda destekleme veya özelleştirme gibi yaklaşımlar ağırlık kazanmıştır. Bu yaklaşımlar yani iktisadi sonuçlar üzerinden yapılan değerlendirmeler de tarımı sorun olarak görmüştür.
Toprak reformu ülkemizde hangi düzeyde gerçekleşmiştir?
Türkiye’nin toprak reformu anlayışının temelini “topraksız köylüyü topraklandırmak” oluşturmuştur. İlk etapta Kurtuluş Savaşı’nda toplumsal ittifakta önemli rol oynayan büyük arazi sahiplerinin haklarını koruyan politikalar tercih edilmiştir. Bu tercihle kurtuluş mücadelesine destek veren büyük toprak sahipleri kazanılmıştır. Devletin kuruluşunu takiben Türkiye’de tarım kesimine yönelik en önemli yenilik, 1925 yılında “aşar”ın kaldırılması olmuştur. Aşarın kaldırılması hem büyük toprak sahiplerini hem de küçük köylüleri ağır bir vergi yükünden kurtarmıştır. Topraksız köylüyü toprak sahibi yapma çalışmaları daha çok hazineye ait tarımsal kaynakların dağıtılmasıyla sınırlı kalmıştır. Dağıtıma tabi tutulan arazi sınırlı olduğundan dağıtılan arazinin çiftçi başına düşen ortalama miktarı (51,6 dekar) ekonomik işletmecilik bakımından küçük kalmıştır. Uygulama küçük ölçekli (az arazili) aile işletmelerini ortaya çıkarmış, toprak reformuyla hedeflenen sosyal ve ekonomik gelişmeleri tam anlamıyla karşılayamamıştır.Tarımda temel sorunlar nelerdir? Çözüm önerileriniz nedir?
Tarım, piyasa yapısının homojen olmaması, diğer alanlarla ilişkisi veya insanların beklentilerini karşılaması bakımından, dünyanın her yerinde “iktisadi yönden” belirsizliği yüksek bir alan olarak kabul edilir. Yapısı gereği üretim süreçleri yeterince kontrol edilemeyen ve gıda talebinin ertelenemez olması nedeniyle tarım politikaları her ülkede, ülkenin kendine özgü sorunlarını çözmeye yönelik ancak çok yönlü beklentilerin etkisinde oluşturulur. Tarım politikalarının analizinde üretimin baş edilemez boyutu önemsenerek hedef sonuç ilişkisi üzerinden çoğu kez sorun-sonuç karmaşası içinde değerlendirmeler yapılır. Tarım sektöründe hedefe ulaşmanın riski yüksek olduğundan sorun belirlemek kolay değildir. Sorun sonuç karmaşası çözüm önerilerinin tartışılmasını bile imkânsız kılabiliyor. Sonuçlar çoğu kez sorun olarak algılanıyor ve yeni arayışlara yönelimin başlangıcını oluşturabiliyor. Bu durum aslında yeni sorunların da başlangıcı olabiliyor. Doğru olmayan verilerle sorun saptamanın veya hedef koymanın sonuçları politika tercihlerini de olumsuz etkileyebiliyor: