Küçük Emrah’ın Boynu Bükükler filminde kardeşi Gülcan’a dediği, “Bırak onu Gülcan, paramız yok artık.” sahnesi hepimiz için gerçek oldu. Herkes bir gün Küçük Emrah olacakmış meğer haberimiz yokmuş.
Bamyanın kilosu 100 lira. Domates 40 lira olduğuna göre, bamya normalmiş. Domates pahalı!
Bir dilim keke 120 lira ödedim. Kahve 80 lira. O zaman kek normalmiş yahu! Kahve pahalı…
İki çift ayakkabıyı tamire vermiştim. Birinin üzerinde 250 lira yazıyordu, 500 lira uzattım. “Abla niye iki katı veriyorsun” dedi. Şaşırdım, “İkiyle çarptım işte” dedim. “Abla sen ne yapıyorsun? 500 desem itirazsız ödeyeceksin yani” dedi. “Evet” dedim. Çıplak evet.
Babamla yemeğe gittik, adisyona bakmadan, şak diye koydum kartı hesabın üzerine. “Hesaba bakmadan ödeme mi yapıyorsun sen? Sebep?” dedi. Nazikçe “Aptal mısın sen” demenin yolu, imalı bir ‘sebep?‘tir. “Ne fiyat veriliyorsa artık o, tevekkül içindeyim” deyince, “Saçma sapan konuşma” dedi. Çok haklı. Ama travma üstüne travma yaşamaktansa, kendi küçük dünyamda şuursuzu oynarım. Doların yükselişi, ülkedeki yoksulluk, alım gücü, ihracat rakamları, makro ve mikro göstergeler derken, büyük resme odaklandım. Her meseleyi de şahsileştirmemek lazım. Acılara yürüyorum, korkmuyorum.
Ne yaşıyoruz biz gerçekten?… “Fakirlik psikolojisi”nin yeri literatürde mutlaka vardır, bu kafayı çözebilirim, diye bilimsel çalışmalara baktım. Bilimden kaçanı kurt kapar. İlk taramada gelen sonuçlar şaşırtıcı. Yoksullaşma ve psikolojisi anahtar kelimelerine iktisadi değil, İslami ve felsefi referanslar karşılık veriyor: “Tevekkül ve ekonomi“, “Sabır ve dindarlık”, “yoksulluğun inançsal sağlamlıkla ilgili boyutu”… Yani basit bir arama motoru bile yoksulluk ve psikolojiyi yan yana getirince nesnel bir yanıt ortaya koyamıyor.
Normali kaybettik. Dönemin en kısa özeti… Öngörülemezlik yeni normalimiz. Matematikle temel ilişkisi, fiyat etiketleri üzerinden yürüyen benim gibiler için büyük kaos. İktisat zaten sosyal bir bilim. Zira bizler de para harcarken matematiksel hesaplarla yorumlanamayacak kadar karmaşık varlıklarız. Bamya ile domatesi kıyaslayıp travmaya kurtuluş reçetesi çıkarmaya çalışan bir vatandaşı, hangi matematik ile anlayabilirsin?
Peki nerede kaybettik? Gerçekleşmesi imkansız, ideal toplumu anlatmak için “ütopya”yı kullanıyoruz. Mesela Atatürk’ün Cumhuriyet’i bir ütopya girişimiydi. Tersi distopya. Baskıcı, otoriter bir sistemi tarif ediyor, zaten “hastalık” kelimesinden türemiş. AK Parti’nin de Cumhuriyet’in 100. yılı için koyduğu bir ütopya hedefi vardı. Kişi başına gelir, GSMH, ihracat, gelir, işsizliğin azaltılması gibi başlıklarda Türkiye’yi dünya sıralamasına çıkaracak bir tablo ilan ettiler. Peki, ne oldu? Hiçbiri. Hedeflerin -evet- hiçbiri tutmadı. Üstelik dünyanın en riskli ekonomilerinden biri haline geldik. O zaman ütopyanın distopyaya dönüştüğünü söyleyebiliriz. Kazancımız – gram artırmadığımız harcamalarımıza yetmiyor