Çocukken bu sözü ne çok kullanırdık. Hâlbuki artık Yalova’nın kaymakamı değil, valisi var. Peki, Türkiye’nin en küçük yüzölçümüne sahip ancak nüfus yoğunluğu açısından da dördüncü sırada yer alan ili nasıl bir yer?
“Bir gün Yalova’ya genç, yeni mezun bir kaymakam atanmış. İlk kez göreve başlayacak olan kaymakam, İstanbul’dan vapura binerek Yalova’ya hareket etmiş. Yalova’ya geldiğinde iskelenin tıklım tıklım insanlarla dolu olduğunu görmüş. Güverteye çıkmış, etrafa gülümseyerek bakıyormuş. Yanından geçen bir boyacıya usulca sormuş:
– Bu kalabalık Yalova Kaymakamını bekliyor değil mi?
Boyacı, gülmüş, ‘Kim takar Yalova Kaymakamını ağabey? Halk Gazi Paşa’yı bekliyor’ demiş.
Meğer o gün Yalova’ya Atatürk geliyormuş, kalabalık da Atatürk’ü karşılamak için toplanmış.”
Araştırmacı yazar Nuri Taner, “Tüm İlçeleriyle İlimiz Yalova” adlı kitabındaki “Yalova Fıkraları” bölümünde, “Yalova Kaymakamı”na ilişkin bu anlatıya yer vermiş. Hatta Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde bile tanımı var: “Kendini önemli kişi sanan kimse.” Bizim çocukluğumuzda çok kullanılırdı bu deyim. Ta ki 6 Haziran 1995 tarihine kadar… O gün ne mi oldu? Yalova il oldu!
YEDİNCİ AYIN YEDİNCİ GÜNÜ: YETMİŞ YEDİ
Zamanı bir yıl geriye saralım. 1994 yılının 7 Temmuz günü, seçimlere üç gün kala Yalova’ya gelen DYP lideri Başbakan Tansu Çiller, mitingde Yalovalılara şöyle sesleniyor:
– Bugün hangi aydayız?
– Temmuuuzz!
– Kaçıncı ay oluyor? Yedinci ay mı?
– Eveeeet!
– Yedinci ayın hangi günündeyiz?
– Yediiiiii!
– Yedinci ayın yedinci gününde miyiz? Bu ne oluyor? Yetmiş yedi mi oluyor?
– Yetmiş yediiii!
– Ne var bu yetmiş yedide?
– Yalovaaaaa!
– (…) Yetmiş yedinci il hayırlı olsun!
İşte Yalova, Devlet Bahçeli’yi aratmayan bir matematik oyunuyla böyle böyle il oldu. Peki, oldu da ne oldu?
‘YALOVA BENİM KENTİMDİR’
Yalova’yı anlamak için Cumhuriyet’in emekleme yıllarına biraz daha göz atmakta fayda var: O yıllarda ülkenin tamamı gibi Yalova’nın durumu da içler acısıymış. Evler yakılıp yıkılmış; kaplıcalar bakımsızlıktan ve tahribattan nasibini almış; kent merkezi sazlık ve bataklıkların yaygın olmasından dolayı sivrisinek yatağı hâlindeymiş. Sıtma ve salgınlar yüzünden halkın büyük kısmı hastalıklarla mücadele ediyormuş. İleride “Yalova benim kentimdir.” diyecek Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Ağustos 1929 günü ilk kez geldiği Yalova, zamanla değişmeye ve yaralarını sarmaya başlamış. 20 Kasım 1929 tarihinde çıkartılan kanunla Yalova kaza merkezi hâline getirilmiş ve İstanbul’a bağlanmış.
İSTANBUL’UN ARKA BAHÇESİ
Hâlbuki çoğu insan, Yalova’nın eskiden Bursa’nın ilçesi olduğunu sanır. Haksız da değiller hani! Araya İzmit’in girmesiyle şu anda İstanbul ve Yalova, sınır komşusu bile değil. Ama eskiden öyle değilmiş işte. Eskiden İstanbul’un arka bahçesiymiş. İstanbullular, yüzmek için, dinlenmek için, şehrin gürültüsünden kaçmak için Yalova sahillerini tercih edermiş. Yalova’nın son hâllerini bilenler belki inanmakta zorluk çekecek ama size farklı bir Yalova portresi çizeceğim: Sinemaların ya da büyük dükkânların olmadığı yıllar… Sebzelerin ve yeşilliklerin en taze hâliyle bolca bulunduğu pazarlar… Meyve bahçelerinde sabahtan akşama kadar koşan çocuklar… Kafelerin ve restoranların işgal etmediği, yemyeşil parkların bulunduğu, canı sıkılan kızların, erkeklerin çekirdek yiyerek rahat rahat tur attığı sahiller… Trafiğin asla sıkışmadığı caddeler, park yerinin sorun olmadığı sokaklar… Hatta öyle sakin bir yermiş ki daha çok emekliler tercih ettiği için şakayla karışık “fil mezarlığı” olarak anılırmış Yalova. Gerçi Çınarcık ilçesini “Türkiye’nin ikinci Bodrum’u” diye lanse edenler de yok değilmiş ama bu kadar abartmaya da gerek var mı sizce!