Tarihî, kültürel ve doğal zenginlikleriyle Adana benim favori şehirlerimden. Hatta kendimi fahri Adanalı olarak gördüğümü de söyleyebilirim. Ne de olsa “fahri” babamın, Ali Büyükyiğit’in, canım Ali babamın memleketi… Tıpkı onun gibi nevi şahsına münhasır insanların yaşadığı, her tür zenginliği ve farklılığı içinde barındıran, pamuğun ve kebabın başkenti “01” Adana…
Öncelikle şunu belirteyim, kendisini fahri Adanalı görenlerdenim. Çünkü hayatımda en sevdiğim insanlardan, baba gibi gördüğüm Ali Büyükyiğit, Adanalıydı. Kendisini Evrensel’de çalışmaya başladığımda yani on yedi yaşımda tanıdım. Yardımseverliği, sıcakkanlılığı, esprileri, muhabbeti ve gençlere desteğiyle etrafındaki herkes tarafından sevilen, sayılan biriydi. Ama benim için herkesten daha özel bir yeri vardı onun. İlk tanıştığımız günden itibaren hep benim canım “Ali babam” oldu. İşte bu yazıda onun sayesinde çok güzel anılar biriktirdiğim, beraber altını üstüne getirdiğimiz Adana’dan bahsetmeye çalışacağım.
Gerçi Adana’ya Ali abiyi tanımadan çok önceleri gittim. Çok küçük yaştaki anılarını iyi hatırlayanlardan değilim. Almanya’da beş yaşıma kadar neler gördüğümü çok hatırlamıyorum. Sanki hayat benim için Bilecik’te başlamış gibi. Mesela anılarımda ilk tren yolculuğum, ailece Adana’ya gidişimiz.
İlk yürüyen merdiveni de bu şehirde gördüm gibi geliyor. Evet, şaşırmayın; ben çocukken Bilecik’te hiç ama hiç yürüyen merdiven yoktu. Hatta asansör de sadece bir apartmanda vardı. Zinzan oynamaktan arta kalan zamanlarımızda gider, gizli gizli asansörde sürekli aşağı yukarı inip çıkmaya bayılırdık. Tabii yakalanınca teyzelerden, amcalardan bol bol azar işitirdik.