Sadece aile özlemi değildi beni çeken, onlar yılın büyük bir bölümünü patates, donuk sebze ve meyvelerle geçirir, tezgâhtan tek salatalık alırken, ben memleketimdeki dörtte bir fiyata aldığımız lezzeti bambaşka domatesleri, patlıcanları, biberleri, ıspanakları, kavun karpuzları hayal ederdim.
O zamanlar henüz tarım ülkesiydik, pestisit kullanımıyla, gıda zehirlenmeleriyle böylesi içli dışlı olmamıştık. Temiz gıdaya ulaşabiliyorduk.
Ancak zaman içinde her şey tersine dönmeye başladı. İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya hangi İskandinav ülkesine gitsem, doğal, organik tarıma verdikleri önemin arttığını, donmuş gıdalardan taze sebze ve meyvelere yöneldiklerini, küçük ölçekli tarıma verdikleri desteği gözlemlemeye başladım.
Geçen hafta sonu, bir buçuk yıl aradan sonra gittiğim üç günlük Stockholm seyahatinde bu kez odak noktam gıdaya bakışları oldu.
Marketler, pazar yerlerini dolaştım. Rafların neredeyse hepsinde ‘ekolojik’ ibareli ürünler satılıyordu.
Konvansiyonel ürünlerle aralarında bizdeki gibi büyük fiyat farklılığı da yoktu. Et, süt ve deniz ürünlerinin hemen tamamı bizden ucuzdu, sebze ve meyve fiyatlarıysa aşağı yukarı aynıydı. Bu duruma üzülmedim diyemem ama yine de denetimsiz ithalat, pestisit kullanımı, tağşiş gibi sorunların çözümsüz olduğunu düşünmüyorum.
Yeter ki ilgili kurumlar iş birliği yapsın, suçlular ticaretten men edilsin, insan sağlığıyla oynayanlar, zincir marketlerden pazarlara, yurt dışından dönen ürünleri satanlar cezalandırılsın.
En büyük zenginliğimiz toprağımıza saygı duyalım, tarıma destek verelim, her alanda ülkemizle gurur duyalım, gittiğimiz her yerden özlemle dönelim…