Mehmet Yaşin: Kendimle röportaj (2): Damağımızı geliştirmek mümkün mü, mutfakla aram nasıl?

Geçtiğimiz hafta bana sıklıkla sorulan sorular arasından seçerek “kendimle röportaj” yapmıştım. Dünyanın sadece dert yükü olmadığını anlatmak için kendimle röportaj yapıp mutfağın yolunu göstermeye devam ediyorum.

mehmet yaşin 11 mayıs

Siyaset karmakarışık, Pakistan’la Hindistan arasındaki itişme neredeyse 3. Dünya Savaşı’na dönüşecek. Enflasyon almış başını gitmiş. Türkiye’nin büyük bir bölümü açlık sınırında. Her gün biraz daha vahşileşen halkımız.

Saydıkça insanın içi zifiri bir karanlıkla doluyor.

Simsiyah bir yaşam!

Yaşamak her geçen gün biraz daha keyifsiz hale geliyor.

Medyanın büyük bir bölümünde, kıymetli yazarlar, tüm bu sorunları ayrıntıları, perde arkası ile anlatıyorlar.

Onları okudukça ruhumuzu örten karanlık daha da kalınlaşıyor!

Onun için ben bu konulardan biraz uzaklaşmak istiyorum. Dünyada başka konularında olduğunu, bu konuların insana yaşam sevinci vereceğinden haberdar etmek niyetindeyim.

Yani, dünyanın sadece dert yüklü olmadığını anlatmak istiyorum.

Onun için kendimle röportaj yaptım. Bana sorulan soruları yanıtlayacağım.

Bu soruların bir bölümünü geçen haftaki yazımda yayımlamıştım.

Bu hafta devamı geliyor!

Ekmek geçmişte de sofraların baş tacı mıydı?

Ekmek, 1850’li yıllarda bugünkü gibi sofraların baş tacıydı. Ekmek her öğünde yenirdi. Çiftçilerin, şarap üreticilerinin sabah, bir kadeh konyakla beraber yediği ilk şey katıksız ekmekti. Kadınlar ekmeği bütün çorbalara katarlardı. Dişi ağrıyan çocuğa ekmek çiğnetilirdi. Dişsiz yaşlılar ekmek çorbasıyla beslenirdi.

Bizans döneminde İstanbul nasıl besleniyordu?

Batı ile Doğu arasında doğal bir geçit oluşturan İstanbul’un sofraları türlü türlü ekmekler, peynirler, meyveler, şarap ve zeytinyağı, av ve kümes hayvanları, domuz, kuzu, koyun, sığır eti, çeşit çeşit balık, yengeç, midye ıstakoz, kalamar, ahtapot, deniz salyangozu gibi ürünlerle dolup taşıyordu.

477 yılında Got Kralı’nın elçisi olarak İstanbul’a gelen Anthimos, gönderdiği mektuplarında kent ahalisinin kişniş, dereotu, maydanoz, ve hafif haşlanmış pırasayı mutfaklarından hiç eksik etmediklerini yazıyordu.

1115-1166 yılları arasında yaşadığı sanılan Theodoros Prodromos, şiirlerinin birinde, Bizans ileri gelenlerinin yediklerini şöyle anlatır: “Onlar fener balığını hapır hupur yutar, patlayıncaya kadar sakız şarabı içerler. Beyaz ekmeği sofralarından eksik etmezler. Çarşamba ve cuma günleri uyguladıkları pehrizde et yemezler ama istakozlar, pavuryalar, tavada kızartılmış karidesler, güveçte böcekler, istiridyeli ya da midyeli mercimekler sofradan eksik olmaz. Hazımsızlığı gidermek için Tekirdağı şarabı içerler.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Çok Okunanlar

Benzer Haberler
KAÇIRMA

Vahap Munyar, Susamla büyüdü, oğlu marka için ‘tahin’e sarıldı

Kilis doğumlu ilkokul mezunu Hacı Mustafa Çelik, askerde çavuşken ticareti öğrenince, sonrasında...

Kurbanlık fiyatı geçen yıla göre yüzde 35 arttı

Geçen yıla göre yüzde 100’ün üzerinde artan yem, saman,...

KFC ve Pizza Hut, Türkiye pazarına geri dönüyor!

Yum! Brands'ın İş Gıda ile franchise sözleşmesini feshetmesinin ardından...

Yeni haftada hava nasıl olacak?

Türkiye'nin büyük bölümünde bu hafta da gök gürültülü sağanak...