İrfan Donat
Bu yazıyı çok daha önce yazmayı planlıyordum ama Türkiye’nin malum gündeminde bir türlü sıra gelmedi.
10 Şubat Dünya Bakliyat Günü vesilesiyle yazmak farz oldu.
Yazının konusu, bir ülke elindeki fırsatı kaçırırken bir başka ülkenin aynı fırsatı nasıl yarattığıyla alakalı…
Bahse konu olan ürün grubu baklagiller… Yani sofralarımızdan eksik olmayan mercimek, nohut, kuru fasulye, bezelye, barbunya ve diğer türler. Ama bunlar arasında da, özellikle mercimek…
Baklagiller en sağlıklı ve ucuz bitkisel protein kaynaklarının başında geliyor. Son yıllarda tüketim tercihlerinde öne çıkan vegan beslenme açısından gıda sanayinin en çok tercih ettiği hammadde niteliğinde. İklim değişikliğinin her geçen gün daha yıkıcı etki yarattığı bir ortamda kuraklığa dayanıklı bir ürün çeşidi ve toprağa azotu bağlama özelliği ile tam bir çevre dostu bitki grubu. Deyim yerindeyse hem insanlık hem de doğa açısından mucizevi.
İşte bu ürün grubunda Türkiye bir dönem yıldızı parlayan ülkelerin başında geliyordu. Öyle ki üretimi kendine fazlasıyla yettiği gibi dünyanın da önde gelen ihracatçıları arasında yer alıyordu.
Ama bu rüzgar maalesef çok uzun sürmedi. Stratejiden yoksun tarım politikalarına bir dönem Dünya Bankası ve IMF politikalarının dayatmaları da eklenince ekim alanları yıllar itibarıyla hızla azaldı ve üretim de buna paralel geriledi.
Ekim alanları yüzde 57 daraldı
1990’lı yıllarda baklagillerde toplam ekim alanımız 20.3 milyon dekar iken 2023’e geldiğimizde yüzde 57 azalarak 8.8 milyon dekara geriledi. Aynı dönemler içinde 2 milyon tonu aşan toplam üretim miktarımız da yüzde 35 azalarak 1.3 milyon tona düştü.
Halbuki Türkiye, 1980-1990’lar arasında bugünkü toplam bakliyat üretim miktarı kadar (1.3 milyon ton) ihracat gerçekleştirerek dünyanın en büyük ihracatçısı konumundaydı.
1990-2023 arasındaki verilere ürün bazında baktığımızda ise fotoğraf daha net görülüyor. Son 33 yılda nohut ekiliş alanlarında yüzde 48 gerileme, üretimde ise yüzde 33 düşüş çıkıyor karşımıza.
Aynı dönemlerde kırmızı mercimekte ekiliş alanı yüzde 56 azalırken, üretim yüzde 33 gerilemiş. Yeşil mercimekte ise ekim alanı yüzde 84 daralırken, üretim yüzde 77 düşmüş. Bezelye, börülce, bakla gibi diğer kuru baklagiller türünde benzer bir trend söz konusu.
Sadece kuru fasulyede yüzde 48 azalan ekim alanlarına karşılık üretim, dekar başına verimlilikteki yükselişin etkisiyle yüzde 14 gibi sınırlı bir oranda artmış görünüyor.
Nüfus arttı üretim düştü
Ekim alanı ve üretim verilerini paylaşmışken şu noktayı da gözden kaçırmayalım: 1990’da nüfusumuz 54 milyon seviyelerindeyken şimdilerde mültecileri de hesaba katarsak 90 milyonu aşıyor.
Peki, bu dönemde azalan tek şey ekiliş alanı ve üretim mi? Tabii ki değil… Onları eken, biçen ve tüm zahmetini çeken çok sayıda çiftçimiz de yanlış ve eksik politikalar yüzünden topraktan ve üretimden koptu.
İşte bu durum bizi maalesef kuru baklagiller piyasasında ihracatçı konumdan ithalatçı pozisyona sürükledi.
Bugün marketlerde mercimek paketlerinin arkasındaki “menşei” kısmına bakarsanız Kanada, Avustralya, Kazakistan, Rusya gibi ülke isimlerine rastlayabilirsiniz. Kuru fasulyenin Arjantin, Kanada,
Myanmar, Etiyopya, ABD ve Kırgızistan gibi ülkelerden ithal edildiğine şahit olabilirsiniz. Nohut paketlerinde ise Kanada, Hindistan, Rusya, Meksika, Arjantin gibi ülkelere denk gelebilirsiniz.
Sektör ithalata bağımlı durumda
TÜİK verilerine göre, sektörün 2024 yılı dış ticaret rakamlarına baktığımızda karşımıza 993 milyon dolarlık ithalata karşın 1 milyar 274 milyon dolarlık ihracat çıkıyor. 281 milyon dolarlık dış ticaret fazlası sizi yanıltmasın. Söz konusu ihracat ithalata dayalı DİR kapsamında ya da re-export şeklinde gerçekleştiriliyor. Yani ithal ettiğimiz ürünü ihraç ediyoruz. İhracata giden ürünü iç piyasadan temin etmeye kalksak bize ürün kalmaz. Bunu TÜİK verileri de teyit ediyor. Kuru fasulyede yeterlilik oranımız yüzde 91, kırmızı mercimekte yüzde 86, yeşil mercimekte yüzde 60 seviyesinde. Sadece nohutta yeterlilik derecemiz yüzde 118’e yakın seyrediyor. Sahadan gelen bilgiler ise yeterlilik derecesinin resmi rakamların da altında olduğunu söylüyor. Yani 1.3 milyon ton olarak telaffuz edilen toplam bakliyat üretimi reelde 1 milyon tonun altında. Dolayısıyla sadece ihracata yönelik değil iç tüketimimiz için de ithalata muhtacız.
Dikkatinizi çekerim… Bu ürünler arasında mercimek ve nohutun anavatanı bu coğrafya… “Bereketli Hilal” diye tabir ettiğimiz Mezopotamya toprakları…
Yazının şu ana kadarki kısmı bir ülkenin elindeki fırsatı nasıl kaçırdığını özetliyor.
Onlar nasıl başardı?
Şimdi okuyacağınız kısım ise bir başka ülkenin aynı fırsatı nasıl değerlendirip başarı hikayesine dönüştürdüğüyle ilgili…
Kanada, 1970’lerin başında mercimek üretimi olmayan bir ülkeydi. 1970’li yıllarda ciddi bir araştırmaya koyuldular. Dünyada gelecek 30-50 yılda iklimsel değişimin tarımsal üretim üzerindeki etkisine kafa yordular. Küresel gıda trendlerine yönelik çalışmalara odaklanarak, ihracata yönelik pazar araştırmaları yaptılar. Geleceğin sağlıklı ve sürdürülebilir gıdalarına ilişkin bir liste çıkardılar. Ve bu listedeki ürünlerden hangilerinin Kanada’da yetiştirilmesinin uygun olduğunu araştırdılar.
Ve karşılarına mercimek başta olmak üzere baklagiller grubu çıktı. 1972 yılında Kanada’nın bazı üniversitelerinde mahsul üretim merkezi kurdular. Mercimek üzerine araştırmalar yapmaya başladılar. Sert iklim koşullarına dayanıklı, verimli ve kaliteli bir üretim için tohum arayışları sürerken, rotalarını bu ürünün anavatanı olan Türkiye’ye çevirdiler. Türkiye’den mercimek örnekleri alarak üzerinde ıslah çalışmaları gerçekleştirdiler. Bu çabaları da yıllar içinde meyvesini verdi.
Bakliyat ihracatında lider
Baklagiller üretiminde 1990’lı yıllar Türkiye ve Kanada açısından kırılma noktası niteliğinde. O yüzden, dünyanın en büyük bakliyat ihracatçısı konumunda bulunan Kanada’nın özellikle son 35 yılda baklagiller üretimi ve ticareti tarafında izlediği politika dikkat çekici.
Kanada attığı stratejik adımlarla 35 yıl önce dünya bakliyat üretiminde 21’inci sırada iken bugün dördüncü sırada. Dünya bakliyat ürünleri ihracatında ise hem değer hem de miktar olarak ilk sırada yer alıyor.
Peki, bu dönüşüm nasıl gerçekleşti? Hikayenin detayına inelim.
Kanada’da beslenme alışkanlığının daha sağlıklı ürünlere evrilmesiyle birlikte 1980’li yıllarda bakliyat sektörüne ilgi arttı. Ancak tek neden bu değil… Kanada açısından en önemli ihracat kalemlerinden olan buğday pazarındaki pastanın daralması ülkeyi alternatif ürünler üretmeye ve ihraç etmeye yöneltti.
Ama tüm bu dönüşüm sürecinde başarının anahtarı Kanada’nın üretim-tüketim ve ihracat politikasını oluştururken özel sektör-üniversite-kamu arasında yarattığı sinerji oldu.
Bu ürünlerde Ar-Ge çalışmalarına ciddi kaynaklar aktararak altyapıyı oluşturan Kanada, elde edilen bulguları üretime aktarıp üretim ve dış ticaret kaslarını geliştirdi.
2016’da dönemin Kanada Büyükelçisi John Holmes, başarı hikayesine giden yolu şu sözlerle özetliyor:
“Özel sektör temsilcileri, araştırmalar gerçekleştirmek amacıyla üniversiteler ile yoğun işbirliğinde bulundu. Örneğin yetiştirmek için en ideal mercimek türlerinin neler olduğu, bu türlerin farklı toprak türlerinde nasıl yetiştirileceği gibi konularda çalışıldı. Bu sayede çiftçiler üretim miktarlarını hızlı bir şekilde artırma imkanı buldu. Bir diğer önemli etken ise pazarlama stratejileri… Kanada bu kapsamda birçok çalışanını pazar analizleri yapmak üzere dünyanın her bölgesine gönderdi. Böylece hangi pazarlarda, hangi pazarlama stratejilerinin izleneceği belirlendi. Bu adım Kanada bakliyat sektörü temsilcileri açısından pazarın genişlemesini sağladı.”