Geldiğimiz noktada bira da vergi ve kamusal alan yasakları gibi dönemsel bir cendere altında. Kadim tarihi boyunca geçtiği tüm duraklar gibi bu duraktan da geçecek ve yoluna devam edecek.
Aslında iyi bir birasever sayılmam. İlk gençlik yıllarımda tombul şişeli TEKEL biralarını denemekle başlayan maceram, Köprüaltı’nda Arjantin bardaklarıyla devam etti. Çoğunlukla bir ya da iki ölçekte durdum ve halen öyle devam ediyorum. Aramızda mesafeli ancak saygılı bir ilişki var. Biranın insanlık tarihindeki önemini ve özgül ağırlığını fark etmeye başladığım zamanlardan beri de saygım her geçen gün artıyor. Yıllarca tek boyutlu gelen bu içkinin katmanlarını, derinliğini kavramaya ve duyumsamaya çalışıyorum son demlerde.
Helen ve Roma uygarlığının kültürel kodlarını yoğun olarak benimsemiş ‘’Batı medeniyetlerinin’ etkisinden olsa gerek, bira bizim buralarda, başlangıçta şarabın ve sonrasında da rakının gölgesinde kaldı uzunca bir dönem. Uzunca bir dönem dediğime bakmayın, aslında içkilerin atası biradır ve adresi de bizim buralardır. Lakin buralardan ve Mezopotamya’dan en hızlı göçen de biradır. Sümer ve Mısır’da geliştikten sonra Cermenlerin, Belgaların, Batavilerin terkisinde kendisine yeni vatanlar bulurken yerini şaraba bırakmış. Şarabın peşine rakı takılmış ve biranın esamesi pek okunmaz olmuş.
Osmanlı’yı da katarak söylersek Cumhuriyet’in ilk dönemlerine kadar da üvey evlat olmuş.
Romalılar, üzüm ve şaraba asalet kazandırırken Cermenlerin arpadan yapılan bu içkiyi içmelerini barbarlıkla eş tutmuşlar. Diyonisos ve Baküs’ü herkes hatırlarken Ninkasi’nin sürahisi tozlanmış. Yunan ve Roma’nın şaraba yükledikleri bu anlam, şarabı Akdenizli kılarken aşağıladıkları bira da Kuzey’in gözdesi olagelmiş. Lakin işler tersine dönüyor. Biranın tekrar itibar kazandığı günlerdeyiz. O vakit bu kadim içkinin ‘medeniyetimizdeki’ anlamını idrak etmek için kısa bir tura çıkmakta fayda var.
EKMEK BULAMAYAN BİRA İÇTİ
İlk bira nasıl üretildi bilmiyoruz. Muhtemelen bir kap arpanın suyun içinde kalması nedeniyle gelişen fermantasyon ürünü, ahalinin hoşuna gitmiş olacak ki devamı günümüze kadar geldi. Vahşi maya ile gelişen fermantasyon sonucu üretilen ilk biraların çok düşük düzeyde etil alkol içerdiği biliniyor. Galiba ekmekten daha çok beğenilen bu içeceğin kısa sürede mutfaklara girdiği ve temel besin maddeleri arasında yerini aldığını da biliyoruz aynı zamanda. Sümerlerden, Mısır’a oradan Cermenlere kadar devam eden uygulamayla; piramitlerin, sarayların, yolların yapımında çalışanların günlük yemek istihkakı olmuş. Kişi başı 3-5 litreye varan bira istihkakının yaşandığı dönem ve işler var. Elbette bu durum savaşlarda da tekrarlanmış ve bira bir asker içeceği olarak işlev görmüş uzun bir süre. Tok tutması, besleyiciliği ve az da olsa verdiği esriklik, birayı ilk günlerinden bu yana vazgeçilmez kılan hususlar arasında yer alıyor.
DİNİN KANATLARI ALTINDA
Hıristiyanlığın perhiz ve oruçlarında biranın yasaklanmamış olması, özellikle manastır rahiplerinin ihtiyaçları için bira üretmesiyle sonuçlanınca, ortaya bugün bile ilgiyle tüketilen biralar çıkmış. 820 yılında İsviçre’deki Benediktin Tarikatı’na ait Aziz Gal Manastırı’nın inşaat planlarında, maltlama ve üretim alanlarına dair planlar, çizimler mevcut arşivlerde. Keşiş ve rahiplerin şaraba katkılarını unutmamakla birlikte, bira üretiminde devrim olan şerbetçiotunun kullanıldığı ilk yerlerin manastırlar olduğu tahmin ediliyor. Dolayısıyla bira, dinin kanatları altında karakteristik özelliklerini kazanan bir içki olarak tanımlanabilir.
KADINLARIN ELİNDE DOĞDU, ERKEKLER KAPTI
Bira ilk günlerinden beri kadınların elinde şekillendi. Ev ahalisinin yemek ihtiyaçlarını karşılarken menüde bira da bulunuyordu. Dolayısıyla bira üretmek, sıradan kadın işlerinden birisiydi. Geç Orta Çağ’da üretilen biraların satılmaya başlamasıyla evler yavaş yavaş birahaneye dönmeye başlamıştı. Avrupa’da kapı üstlerine asılan süpürge sapıyla ayırt edilen bu evler, günümüzdeki pubların atası olarak kabul edilir. Süpürge sapı, müdavimlere bira servisinin başladığını anlatırken at arabası sürücüleri için de ‘’Dikkat! Sarhoş Çıkabilir’’ işaret levhası anlamına geliyordu. Kadınların servis yaparken taktıkları uzun konik şapkaları ve süpürge sapını alıp cadı imgesine kim, nasıl dönüştürdü bilmiyorum ama hikayeyi biranın hayatımıza kattığı bir güzellik olarak not edebilirsiniz.