Soruyu, “Amerika, yeniden sağlıklı hale gelir mi?” şeklinde sormam gerekiyordu. Çünkü yakın dönemde bu bağlamda, ABD’de bir rapor yayınlandı ve görünen o ki etkisi bütün dünyaya yayılacak. Olayın iki yönü var: Sağlık ve beslenme… Rapor ve tartışması çerçevesinde, bilimsel güvenin erimesi, gıda savaşları ve kamusal sağlığın geleceği üzerine kapsamlı bir değerlendirme sunacağım.
Sağlık uğruna kaotik bir yeniden yapılanma mı?
Bir milletin sağlığı yalnızca hastanelerle değil, hakikatle de inşa edilir. Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni halk sağlığı stratejisi olan “Make America Healthy Again (MAHA)” raporu, bu ilkenin sınandığı en çarpıcı belgelerden biri haline geldi. MAGA’ya kafiye olsun diye MAHA dediler.
Sağlık ve İnsani Hizmetler Bakanı Robert F. Kennedy Jr.’ın önderliğinde duyurulan bu belge, bilimsel bir devrim olarak lanse edildi. Ancak kısa sürede, akademik sahtekârlık, sistematik veri çarpıtması ve siyasi propagandaya indirgenmiş “bilimsel retorik” ile damgalandı.
Peki, böylesine kirli bir başlangıçtan sonra, gerçekten de Amerika yeniden sağlıklı hale gelebilir mi?

Bilimin siyasallaşması
MAHA raporu, görünüşte 500’den fazla çalışmaya dayandığını iddia ederken, bunların önemli bir kısmı ya hiç var olmayan ya da temelden yanlış temsil edilen araştırmalardı. Örneğin, JAMA Pediatrics’te yayımlandığı söylenen ama aslında hiç var olmayan bir makale, Columbia Üniversitesi’nden Dr. Katherine Keyes’in ismiyle ilişkilendirildi. Bu sadece akademik etik değil, kamu güveni açısından da büyük bir çöküştü.
Johns Hopkins Üniversitesi’nden epidemiyolog Dr. Elias Brandt, bu süreci “araçsallaştırılmış bilimsel retorik” olarak tanımlıyor. Ona göre, “bilimsel ciddiyetin maskesini takan ama sonuçta halk sağlığına zarar veren bu tür belgeler, demokrasiye de tehdittir.”
Bu, Amerikan tarihinde ilk değil. 1998’de Dr. Andrew Wakefield’in sahte aşı çalışması, yıllarca sürecek aşı karşıtı hareketin fitilini ateşlemişti. MAHA raporu ise bu hatayı federal seviyeye taşıdı.
Gerçekler, rakamlar, riskler
Amerika sağlıklı mı? Hayır…
Centers for Disease Control and Prevention (CDC) yani Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri ve National Institutes of Health (NIH) yani Ulusal Sağlık Enstitüleri verilerine göre:
. ABD’de çocukların %9,8’i Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) tanısı almış durumda.
. Ergenlerde anksiyete oranları pandemi sonrası %20’lerin üzerine çıktı.
. Çocukların %67’si günlük kalorilerini ultra işlenmiş gıdalardan alıyor (Monteiro, 2018).
. Tip 2 diyabet, 2000’lerden bu yana %40 oranında arttı.
. Astım, obezite ve otizm vakalarında bölgesel artışlar dikkat çekiyor.
Dünyanın diğer ülkelerindeki bu alandaki rakamlara bakmak gerekiyor. Bu kriz, sadece bireysel yaşam tarzlarıyla açıklanamaz. Gıda endüstrisinin katkı maddeleriyle bezeli ürünleri, çevresel toksinler, gelir eşitsizliği ve erişilemeyen sağlık hizmetleri bu tabloyu tamamlıyor.

Ultra işlenmiş gıdalar: Günah keçisi mi, tehdit mi?
RFK Jr.’ın en çok odaklandığı noktalardan biri, ultra işlenmiş gıdalarda (UPF) yer alan kimyasallar. Titanyum dioksit, propilparaben, Red Dye No. 3 gibi katkı maddeleri bilimsel olarak çeşitli sağlık riskleriyle ilişkilendirildi. Örneğin:
NutriNet-Santé çalışması (Fransa): Emülgatörler (guar zamkı, karagenan vb.) ile Tip 2 diyabet arasında anlamlı ilişki bulundu.
OEHHA (2022): Gıda boyalarının çocuklarda dikkat, öğrenme ve hafıza üzerinde etkili olduğu klinik çalışmalarla gösterildi.
FDA (2025): 10.000’den fazla katkı maddesinin 3.000’inin hiç değerlendirilmediği tespit edildi.