Günaydın Dandelion
Bir sonbahar günü yabani çiçeklerin bir sonraki sene yeniden doğmak için çılgınca etrafa dağıttığı tohumları arasında bahçede çalıştıktan sonra eve her döndüğümde eğer çoraplarımı alışkanlıktan ters çıkarıp çamaşır makinesine attıysam Ayşe’den azar işitirim; düz çıkar ki tohumlardan kurtul der bana. Yıkandığında bile saplandığı yerden çıkmayan bazısı yapışkan, bazısı iğneli tohumlar tam bir bela.
İlk aklıma gelen arsız tohumlar yabani havuç, sirken, koyun otu, dulavrat otu, pıtrak. Pamuklu kumaşlara hatta bazen cilde yapışan bu tohumlar ana bitkiden az öteye ulaşıp kendilerine yer garantilemek için otostop çekmek üzere evrilmişler.
Bazı tohumlar teknik çalışıyor. Tohum hafif bir rüzgarla kanatlanıp uçuyor, yere saplanıyor, kuyruk kanatları kurudukça yere saplanan kısmının yiviyle burgu yapıyor ve kendini toprağın içine çekiyor daha doğrusu resmen vidalıyor. Bazı tohumlar ise çok matrak. Mesela kimi yoncanınki elle dokunduğuna havai fişek gibi patlayıp ortalığa saçılıyor, bazısı Freddy’nin makas tırnakları gibi. Uzak Doğu’nun kağıttan fenerlerine benzeyen turuncu ve beyaz türleri olan balon sarmaşığının tohumları çok şirin. Siyah minik bir topun üzerinde beyaz kalp var. Jamaika’daki bir nehir içinde trekking yaparken rehber çocuğun yerden toplayıp bize verdiği kıpkırmızı taş gibi sert tohumlar ise hala evde bir yerlerde duruyor. Bir de mercan ağacı var, tohumları da çiçekleri gibi nar kırmızı.
Büyük bir heyecanla bahçeye dikip zehirli olduklarını öğrenince ertesi sene söke söke bitiremediğim Hint yağı bitkisinin tohumları tam bir barbunya tanesi gibi. Adını içerdiği “risin” maddesinden alan Ricinus communis’in siyanürden 6 bin kat daha zehirli olduğu iddia ediliyor. Hatta Donald Trump’a gönderilmiş bir paketten çıkmış. Elledikten sonra el yıkayın diyenler var.