Düşük karbon ekonomisine geçiş bugün tüm dünyanın öncelikli gündem maddesi. Bu süreç sadece çevre ve toplumu değil, ekonomiyi de son derece yakından ilgilendiriyor. Üretim süreçleri değişiyor. Küresel ticaretin kuralları yeniden belirleniyor.
2050’de karbon nötr bir kıta olmayı hedefleyen Avrupa Birliği’nin yeşil mutabakatı ve sınırda karbon mekanizması düzenlemesi bu dönüşümün itici gücü konumunda… Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması, sadece raporlama sınırlaması ile 1 Ekim 2023’te yürürlüğe girdi. 2026 itibariyle ihracat yapılan ürünlere mali yükümlülükler getirilecek. Avrupa Birliği en büyük ticaret ortağımız konumunda. Bu yüzden, Türkiye’nin bu süreci çok yakından takip etmesi gerekiyor. Kamu, özel sektör ve sivil toplum hep birlikte harekete geçmediğimiz takdirde, dönüşümün maliyeti çok yüksek olacak. Bu süreci nasıl yönetmemiz gerekiyor? Dönüşüm Türkiye için ne anlama geliyor? Endişeler neler? Fırsatlar neler? Tüm bu soruları konunun uzmanları ile NB EKONOMİ TV’de masaya yatırdık.
TSKB EKONOMİK ARAŞTIRMALAR MÜDÜRÜ DR. FERİDUN TUR, SCR:
Avrupa liginin tedarik zincirine entegre olmuş her sektörden başarılı firmalarımız bulunuyor
“Avrupa Yeşil Mutabakat süreci rekabet gücü üzerinde sarsıcı bir etken. Oyunun kuralları değişiyor. Daha önce üretim maliyeti olarak kayda alınmayan doğa, maliyet haline dönüştüğünde rekabet gücü ister istemez ülkeler arasında değişiyor. Çalışmalar Sınırda Karbon Düzenlemesi’nin Dünyadaki toplam emisyonları ancak binde 2 oranında azaltacağına işaret ediyor. Fakat ticari kazananlar ve kaybedenler arasında ticaretin rotası değişecek. Rekabet gücünü koruyabilmek için yakın takip ve uygun aktif sanayi politikalarını uygulamanız gerekiyor. Harvard kaynaklı (The Atlas of Economic Complexity) Ekonomik Kompleksite Atlası üzerinden Türkiye’nin rekabet gücüne dair yaptığımız bir inceleme var. Bu çalışmada Türkiye’nin yetenekleriyle ürünlerin uyumuna bakıyor. Yetenekleri sayısallaştırabilmek çok büyük bir katkı sağlıyor. Biz bu avantajın üzerine, ürünlerin özelliğini ve eğer ürün yeşil ise bunun da derecesini sorgulayan bir Yeşil Atlas ürettik. Bu Atlas, değişen rekabet zeminine uyum sağlamak için politika tasarımının sadece sektör değil ürün bazında da kurgulanmasının önemine işaret ediyor. Nitekim Avrupa liginin tedarik zincirine entegre olmuş her sektörden başarılı firmalarımız bulunuyor. Alt yapımız var. Değişen dünya rejimine adapte olup rekabet gücümüzü koruyup arttırdığımız bir fırsat alanı da yaratabiliriz. Bunun için ise aktif etken sanayi politikaları büyük rol oynuyor. Rekabet gücü kayması yaratılacak diyoruz ama buradaki faktörlerden bir tanesi de kurumsal kapasite. AB firmalarının ve regülatör kuruluşlarının ciddi bir kurumsal kapasitesi var. Türkiye’de regülatörler uyum sağlama sürecinde hızlı adım atıyor. Kurumsal kapasitenin geliştirilmesi firmalar açısından önemli.”
SEFİA KURUCU DİREKTÖRÜ BENGİSU ÖZENÇ:
Hızlanan dönüşüm gündemi ulusal iklim politikalarımıza yansımıyor
“Ne yapıyorsak iklim hedefleri doğrultusunda yapmamız gerekiyor. Asıl bizi zorlayıcı nokta bir buçuk derece hedefi . Aslında, Yeşil Mutabakat Avrupa Birliği’nin 2050 yılında net sıfır olma hedefi ne doğru bir politika çerçevesi. Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması bunun uygulama araçlarından bir tanesi. Avrupa Birliği’nin kendi içerisinde uygulamakta olduğu bir emisyon ticaret sisteminin dış ticarete yansıması. Çok daha bütünsel bir çerçeveden bahsederken, Türkiye’deki durumun daha reaktif olduğunu görüyoruz. Bütün bu hızlanan dönüşüm gündemi Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’na nasıl cevap verebileceğimiz, maliyetleri nasıl azaltabileceğimiz yönünde bir reaksiyon. Hızlanan dönüşüm gündeminin maalesef ulusal iklim politikalarımıza yansımadığını görüyoruz. Büyük ihracatçı şirketlerin kendi tedarik zincirleri içinde girişimleri var. Fakat bizim bu zamana kadar ciddi eksikliklerimiz oldu. İklim anlaşmaları Paris Anlaşması ile başlamadı. Paris Anlaşması onaylama sürecine kadar çok vakit kaybetti. Hücuma geçmeden defansta oynadık. Biz savunmada dururken dünya hızla değişti. Kaybettiğimiz zamanı bir an önce yerine koymamız şart. Şirketlerin finansman tarafta gösterdiği çabayı, ulusal hedeflere yansıtmamız gerekli. Türkiye sınırda karbon düzenleme mekanizmasına bir cevap olarak yurt içinde ‘emisyon ticaret sistemi’ kurmayı hedefliyor. Piyasanın derinliği, fi yatların hangi seviyede oluşacağı bu sistemin nasıl kurulacağı çok önemli. 2030’a kadar emisyonları mevcut senaryodan yüzde 41 azaltacağımızı belirttiğimiz ulusal katkı beyanımız var. Bu da Türkiye emisyonlarını geçmiş 30 yıl ne kadar artırdı ise o kadar daha artıracak demek. Aslında hiçbir zorlayıcı mekanizmanın olmadığı, olağanının devam ettiği bir azaltım senaryosunda olduğumuzu görüyoruz. Eğer, buna benzer bir emisyon ticaret sistemi olacaksa bu da demek oluyor ki; emisyonları sınırlandırmıyoruz. Şirketler herhangi bir zorunluluk altına girmiyor. Yani ticaretin, fi yatların oluşmadığı, sığ bir piyasanın oluşacağı bir düzen söz konusu oluyor. Emisyon ticaret sisteminin somut bazı gerekçelerden ortaya çıktığını düşünürsek bu fi yatların oluşması için de ciddi bir emisyon azaltım hedefinin ortaya konulması gerekiyor. Eğer Türkiye rekabetçiliğini geliştirmek ve iklim hedeflerini yakalamak için bu dönüşümü düşünüyor ise, iddialı iklim hedefi gerekiyor. Konu bütünsellik içerisinde ele alınmalı. Risk çıktığı an kontrol etmek yerine etkili aktif olmalıyız. Dönüşümün maliyeti ile beraber mevcudu da sürdürmek artık gittikçe de artan bir maliyet. Mevcutta kaldığınız sürece içerisinde iklim değişikliğinin fiziksel maliyetleri artarken dönüşüm riskleri de artıyor. Karbonun sosyal maliyetini de mutlaka eklememiz gerekir, ancak biz karbonun sağlık maliyetini, su ayak izini hiçbir zaman rakamsallaştırmadığımız için sanki bunlar bedava ve her zaman kullanılabilirmiş gibi geliyor. Her şeyi aslında baştan tanımlamak ve hedefleri çok net belirlememiz gerekiyor.