Ocak ayının başlarında Avrupa’da çiftçi eylemleri boy göstermeye başladı. Hollanda, Belçika, Fransa, Almanya, Polonya, Romanya gibi birçok ülkede yüzlerce traktör ile otobanları kesen çiftçiler, bu eylemleri ile siyasi otoriteye seslerini duyurmaya çalıştı.
İş öyle boyutlara ulaştı ki, tarım bakanlarının evlerinin camlarına veya ev bahçelerine tarım makineleri ile gübre püskürtme görüntülerine de şahit olduk. 1 Şubat’ta Avrupa Birliği’nin (AB) tarım politikalarına tepki gösteren çiftçiler, bin 200 traktörle Belçika’nın başkenti Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu binasına gelerek yolları trafiğe kapattı.
Konu, sonuçları itibarıyla Türkiye’yi de ilgilendirdiğinden Avrupalı çiftçilerin neden bu kadar öfkeli olduklarını irdelemekte yarar var.
1957 yılında Roma Anlaşması imzalanarak AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) kurulduğunda, kendi ekonomisinin ve tarım sektörünün Alman endüstrisi altında ezilmesini istemeyen Fransa, topluluk kaynaklarından yararlanılarak çiftçi sübvansiyonlarının artırılmasını istedi. Şüphesiz ki bu yüksek sübvansiyonlar sadece Fransız çiftçisine değil tüm üye ülkelerinin tarım sektörüne uygulanacaktı. O yıllardan beri uygulanan yüksek tarım sübvansiyonları AB ülkelerindeki insanların peynir, süt, ekmek, makarna gibi temel gıda maddelerine rahat ulaşmasına, dolayısıyla toplumsal refahın yükselmesine de katkı sağladı.
1990’lı yıllara gelindiğinde, AB ülkeleri artık “pis ve çevre kirletici” gördükleri ağır sanayi fabrikalarını sökerek az gelişmiş ülkelere taşımaya başlamışlardı. Ancak, tarım sektörü ile barışık yaşama niyetindelerdi. Çünkü “sürdürülebilir tarım” hem toplumsal refah düzeyinin yükseklerde kalmasına katkı sağlıyor hem de “gıda güvenliği sorunu” doğramasına neden oluyordu.