İnsanlık, kendi tarihi boyunca hiç olmadığı kadar büyük bir krizle karşı karşıya. Üstelik bu kriz zinciri günbegün daha karmaşık hâle gelirken ulusal toplum ve küresel hafıza aynı ezberleri tekrarlayıp duruyor.
Bugün yeryüzünün bir kısmı nükleer korkularla yoğrulurken, bir diğer bölümü inanç savaşlarına esir düşüyor. Ekonomik kârlar, yaşamın aslını aşan bir amaç haline geldi ve bu düşünce biçimiyle hareket eden 7,8 milyarı aşkın insan, aslında kendi kendisini tehdit eden bir unsura dönüştü. İşte tam bu noktada ekolojik okuryazarlık belki de kurtuluşumuzun kodlarına gizlenmiş en büyük hazine…
Gezegenimizde yaşam desteği sistemlerinin birbiriyle etkileşimini anlamlandırmanın ise esas yolu… Ekolojik okuryazarlığın bu bağlayıcı rolünü tesis etmek, toplum nezdinde tabana yayılmasını sağlamak belki de 21. yüzyılın en büyük meydan okuması ve en önemli mücadelesi olacak.
IPCC’nin İklim Değişikliği 6. Değerlendirme Raporu’na göre bugün Dünya nüfusunun yüzde 10’u kritik seviyede su sıkıntısının görüldüğü ülkelerde yaşıyor. Dünya üzerinde en az 3 milyar insan, kaliteli ve güvenli su konusunda endişeler taşıyor. 2030 yılına kadar ise 1,6 milyar insanın güvenli içme suyuna erişimi olmayacağı öngörülüyor. Dünya çapında 800 milyondan fazla insan, günlük geliri 1,25 dolardan az olan bir bütçeyle yaşam mücadelesi veriyor. 795 milyon insan yeterli beslenme imkânından yoksun.
90 milyondan fazla çocuk, gereken vücut ağırlığı seviyesinin tehlikeli derecede altında. Afrika’da her 4 insandan 1’i açlıkla mücadele ederken ülkemizde üretilen 123 milyonluk günlük ekmeğin 6,1 milyonu israf ediliyor. Tüm bu kritik manzaralar tüketici davranışlarının değişmesi açısından ekolojik okuryazarlığın tabana yayılmasının önemini bir kez daha gözler önüne seriyor.