Nasıl yoruldum, nasıl yoruldum anlatamam. Bunu ancak rakı paklar da ona bile geç kaldım. Kapısından girdiğimde 20:30 olmuştu bile. Taş da taşımadım hani.
Son zamanlarda Aksaray çevresine pek dadandım. Çok merkezi ya ondandır. Her yöne ulaşım da kolay. Normalde en geç 18.30-19:00 gibi hedefime ulaşmış, masaya oturmuş olurum. Mümkün olduğunca da yazı için kendime zaman tanır, yazı günümden birkaç gün önce gitmeye çalışırım. Evdeki hesap çarşıya uymuyor her zaman.
Sofra Ocakbaşı listemde vardı, bugüne saklamışım demek ki. En sıkışık olduğum, hem de yazıyı yetiştirmek için gitmem gereken son güne. Ben de böyle bir marazdan muzdaribim; son anda, baskı altında. Memnun muyum bu halimden, hayır.
Bugün şikâyet günüm mü ne? Bakmayın siz bana. İlk bir iki yuduma bakar, pamuk gibi olurum sonra. O zaman hadi, elimizi çabuk tutalım…
Tunceliliyim deyince Hasan’ı andık
Savaş karşıladı, “Nereye istersen otur” dedi. Mutfağın önündeki ikinci masayı seçtim, direkt lâfa girdim: “Çok yorgunum, hemen rakı içmem gerek.”
Bakmayın ismiyle hitap ettiğime, ilk kez geldim buraya ve daha adını öğrenmemiştim. Ama bazı insanlarla hemen frekansınız tutar ya, işte öyle oldu.
Meze dolabının başına buyur etti. Başlangıç için tam ihtiyacım olan şeyler, zeytinyağlı kereviz, zeytinyağlı pırasa, barbunya pilaki. Turşu Antep’ten geliyormuş. “Malatya peyniri de vereyim” dedi. Malatya doğumlu biri olarak reddedemezdim tabii, çünkü lezzetinden haberdarım.