Cahit Sıtkı “Memleket isterim gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; kuşların çiçeklerin diyarı olsun.” demiş ya galiba o şiirdeki memleket Muğla… Yeşil bitiyor mavi başlıyor, taşından toprağından tarih fışkırıyor. Peki, “Akideş bu Moğla’da ne va bu?”.
Yıl, henüz 1900 bile olmamış. Günlerden bir gün, Muğla’nın Pisi (Yeşilyurt) beldesine yakın bir köyde düğün vardır. İlerleyen saatlerde bir grup genç arkadaşlarıyla zeybek oyununa kalkar. Bunun üzerine Muğlalı zenginlerin Pisi Ovası’ndaki arazilerinin kâhyalığını yapan muhtar İzzet Ağa, gençlere “Utanmadınız mı bunca büyüklerin önünde oyuna kalkmaya? Ne zaman âdet oldu büyüklerden izin almadan oyuna kalkmak?” diyerek küfür eder. Zira büyüğünden izin almadan zeybek oynamaya kalkmak hakaret sayılmaktadır. Kavga çıkar. Gençlerden biri belinden tabancasını çıkarır ve ateş eder. Muhtar kolundan yaralanır. Muhtarın adamları tarafından hırpalanmaya başlayan genç, bir şekilde kaçar. Ama kolluk kuvvetleri peşindedir, evi kuşatılır. Genç, dağlara doğru kaçarken çıkan çatışmada bir de zaptiye ölmez mi? Hiç yoktan bir de katil olmuştur. Artık onun için Muğla dağlarında, kızanlarla efelik yapmaktan başka seçenek kalmamıştır. O zenginlerden alıp fakirlere verirken zaptiyeler bir türlü onu yakalayamaz. “Kör Arap” lakaplı İsmail Çavuş’a haber salınır. Kör Arap, uzun süre iz sürer ve gencin kaldığı evi tespit eder. Müfreze, gencin kaldığı evi çember içine alır. Derin uykudaki genç açılan ateş sonucu vurularak öldürülür.
İşte cesaret ve gözü pekliğiyle ölümünden önce çok sevilen, ölümünden sonra da halk arasında unutulmayan bu gencin adı Kerimoğlu Eyüp Efe… Öldürüldüğünde yıl 1901, Kerimoğlu Eyüp Efe de on dokuz yaşında… Adına türküler yakılacak, “Kerimoğlu Zeybeği” oyunu ortaya çıkacak, torunu H. İlker Altınsoy “Gök Yörük (Kerimoğlu Ali)” isimli kitabı kaleme alacak, öldürüldüğü ev “Kerimoğlu Türküsü Evi” adıyla müzeye dönüştürülecek ve hatta “Muğlalıyız biz, erkeği de efedir, kadını da” diye de bir “özlü” söz de üretilecektir.
KUYRUKSUZ UÇURTMALAR
Cahit Sıtkı “Memleket isterim gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; kuşların çiçeklerin diyarı olsun.” demiş ya galiba o şiirdeki memleket Muğla… Pandemi, deprem korkusu, artan kiralar, enflasyon derken herkes bir kıyı kasabasına kaçma hayalini daha fazla kurar oldu. Epey bir insan da bu adımı attı. Taşındığı yerle bağ kurabilen ya da üretmeyi başarabilenleri bir kenara bırakarak bakıyorum da büyük bir çoğunluk yine Muğla’da tanıştığım Abdullah abinin dediği şekilde kuyruksuz uçurtma gibi… Abdullah abi, sadece tatilde beğendiği için ve hiç küçük yerde yaşama tecrübesi olmadan bu tür yerlere taşınan, birkaç ay sonra da şehre dönmek zorunda kalanları benzetmişti kuyruksuz uçurtmaya. Kendisine bir amaç bulamadan alkol içmekten başka bir şey yapmayanlar, gittiği bölgenin insanına tepeden bakıp onla hiçbir iletişim kurmayanlar, organik adı altında alakasız ürünler satanlar, çevre sorunlarıyla ilgili gözüküp ilk fırsatta kaçak ev yapanlar, sonra aynı şeyleri yapan olursa da onu şikâyet edip kanlı bıçaklı olanlar!..
MUĞLA’YA GÖÇÜP PİŞMAN OLAN BEYAZ YAKALI
Ekşi Sözlük’te “Muğla’ya göçüp pişman olan beyazyakalı” diye bir başlık var. Siz de “Ege’de bir kıyı kasabasına yerleşme” hayali kuranlardansanız her satırı okumanızı tavsiye ederim. Gerçekten daha önce kredi çekip beş yıldızlı otelde kalıp bu kararı almak üzereyseniz bir kez daha düşünün. Maalesef buralarda da kiraların, arsa ya da ev fiyatlarının İstanbul’dan aşağı kalır yanı yok. Tabii İstanbul kadar olmasa da kaotik ortam artık Muğla ilçelerine de hâkim. Hele yazın Bodrum’da arabanızla ilerlemeye çalışın, araba kullanmaya tövbe edebilirsiniz. Ben motosikletle bile kent merkezine girmek için saatlerce beklemiştim.