Antik Yunan mitoloisinde Toprak Ana ve Bolluk Tanrıçası olarak bilinen Demeter, kızı Persephone’nin yeraltına kaçırılmasına duyduğu isyan ve öfkeyle yeryüzünde kıtlık ve kuraklık yaratır. Kadim inançlarda bile toprağın bereketi, adalet ve sevgiyle bağlıdır. Bugün Türkiye’nin toprağı da Demeter gibi yas tutuyor. Ürünü değil, isyanı yeşeriyor. Benzer bir analoji tüm evrenin anası olan Gaia’nın öfkesinde de görülür. Gaia yeryüzündeki tüm toprak ve akarsuların anasıdır. Yaşam gücünü temsil eder. Dünya’nın ta kendisidir diyebiliriz. Ona zarar veren, evrenin dengesini bozar. Toprağına ihanet eden, yalnız çiftçisini değil, geleceğini de yetim bırakır. Gaia’nın öfkesi bugün kuraklık haritalarında kendini gösteriyor. Antik dünyanın insanları toprağın öfkesine kulak verirdi. Demeter kızarsa kıtlık olur, Gaia hiddetlenirse yeryüzü nefes alamazdı. Bugünse, bu kadim öfkenin yeni bir yankısını tarlalarda, traktör konvoylarında, meydanlarda duyuyoruz.
Son yıllarda dünyanın dört bir yanında çiftçiler ayakta. Hollanda’da Fransa’ya, Hindistan’dan Arjantin’e kadar uzanan bu öfke dalgası, yalnızca tarım politikalarına değil, düzenin kendisine karşı yükseliyor. Ortak sorunlar net: artan üretim maliyetleri, düşük alım fiyatları, doğrudan ya da dolaylı şirket destekleri ve küçük üreticinin dışlanması. Kapitalist düzen bir yandan hızla kendini tüketirken emperyalist dünya güçlerinin hırsları ve talepleri bitmiyor. Kendi var oluşlarını bile tehlikeye sokacak döngünün çarklarını hızla yine kendilerinin döndürdüğü büyük karanlığa doğru kördövüşündeler. Gaia’nın koruması altında olan tüm doğal kaynakları -yani ölümsüzleri- yok ederken biz ölümlüleri de kaçınılmaz kara bir sona sürüklüyorlar. Tüm sınıfları ve emeği öğüten, yaşama zarar veren, hırstan gözü dönmüş bu bir avuç erk sahibinden ve baskılarından kurtuluş ancak bilinçlenen ve dayanışan halkların elinde. Bir süredir dünyada gelişen çiftçi eylemlerini biraz da öykünerek izliyor ve bizim gibi en güçlü yönü tarım olan bir ülkede çoktan eli kolu bağlanmış çiftçimizin benzer bir irade yoksunluğunu şaşkınlık ve üzüntüyle karşılıyordum. Fiili olarak sokaklarda hakkını ararken kuşatılan gençlerin bedenlerini ezen postallar çoktan onların boğazlarına türlü engel ve bedelle basarken bu sessizliği yadırgıyordum. Başkaldırılar, çiftçinin sadece geçimini değil, varlığını da savunduğunu gösteriyordu. İşte o aradığım ses dört gün önce Yozgat’tan yükseldi. Hem ne yükseliş!