Dicle Tuba Kılıç 20 yıldan fazla bir süredir yemekle biyolojik çeşitlilik arasındaki ilişkiyi araştırıyor. Kaybolmaya yüz tutan yemeklerin ve o yemekleri yapan son insanların peşinden koşturuyor. Ona göre çok ciddi bir yok oluş sürecindeyiz ve farkında olmasak da doğayla birlikte yüzyılların birikimi olan lezzetler de aynı hızla yok oluyor.
Dicle Tuba Kılıç ODTÜ fizik bölümünden mezun. Fizik alanındaki kariyerini yurtdışında devam ettirme fırsatını geri çevirip Doğa Derneği’yle birlikte doğa için çalışmayı ve Anadolu’yu karış karış gezip yemeklerle doğa arasındaki ilişkiyi araştırmayı tercih etmiş. Günümüzün popüler yemek programları yeni lezzetlerin ve orijinal denen yemeklerin peşinden koşarken o kimsenin bilmediği, unutulmuş ya da unutulmak üzere olan lezzetlerin izini sürüyor ve sofralarda yaşananların doğayla ilişkisini araştırıyor.
Söyledikleri oldukça çarpıcı… Biyolojik çeşitlilikteki yok oluşa paralel bir yok oluşun sofralarda da yaşandığını, üzücü olanınsa bu gerçeğin önemsenmemesi olduğunu söylüyor. Dicle Tuba Kılıç’ın geleceğe dair söyledikleriyse endişe verici olduğu kadar düşündürücü de.

“Buradaki bitkiler başka yerde yok”
Biyolojik çeşitlikle yemek arasındaki ilişki ne zaman dikkatinizi çekti?
Doğa Derneği’nin gerçekleştirdiği uluslararası bir çalışma olan Önemli Doğa Alanları araştırması için Anadolu’da yok olmak üzere olan türleri araştırıyorduk. Gittiğimiz her yerde köylerdeki yaşlı kadınları bulup onlara eskiden hangi yemekleri ve nasıl yaptıklarını sorup yemek üzerine sohbet ediyordum. Bu çalışmalar sırasında nesli tehlike altındaki kuşların bulunduğu nadir ekosistemlerin olduğu yerlerde nadir sofraların kurulduğunu, kuşlar gibi tehlike altında yemekler olduğunu fark ettim. Burada hangi yemekler yapılıyor, eskiden neler pişerdi, elinizde ne tohumlar kaldı, buraya özgü neler var diye merak ederken ikisinin çakıştığını gördüm.
“Nadir bitki, kuş gibi canlıların olduğu yerde nadir sofralar kuruluyor” dediniz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Yaşadığım bir örnek üzerinden anlatayım. Erzincan’daki Üzümlü Vadisi’nde endemik bitkileri araştıran Prof. Dr. Ali Kandemir ile saha ziyaretleri yapıyorduk. Vadide volkanik kayaçlar üzerinde birçok endemik bitki vardı. Yani dünyanın başka bir yerinde denk gelemeyeceğiniz oraya özgü bitkiler. Ve burada bir üzüm var vadiye özgü, coğrafi işaretli Cimin üzümü. Başka hiçbir yerde aynı tat ve özelliklerde yetiştirilemeyen endemik bir üzüm. Bu üzümün içi yarılarak kurutulup içine ceviz konduktan sonra kışlık olarak ‘saruç ‘diye bir tatlı yapılıyor. Nadide bir kış lezzeti. O bölgede endemik bitkileri tehdit eden unsurlarla o üzümleri de tehdit edenler aynı.
“Yemekleri bilenler de endemik bitki gibi”
Buna bir başka güzel örnek de Dersim bölgesinde yabani olarak yetişen ve bilimsel adı Allium tuncelianum olan bir sarımsak. Tek dişli olan bu sarımsak, içine yoğurdun girdiği tüm yemeklerin orijinal eşlikçisi. Bu sarımsak türü dünyanın hiçbir yerinde yetişmiyor, Tunceli bölgesine özgü. Dar bir alanda yaşayan bu sarımsak yok olursa onlarca yemeğin orijinal lezzeti de yok olacak. Yine onlarca yemeğe giren ancak yeryüzündeki varlığı 11 köke kadar indiği söylenen Samsun madımağı da bir başka örnek.
Bazı yemekleri yapan son kişiler de yok olmak üzere dediniz, yemek çeşitliliğimizde insan faktörü nasıl bir rol oynuyor?
Başrol doğanın. Yardımcı rol ise insanın. Anadolu üç kıtanın kesişim noktasında. Bitkiler gibi insan çeşitliliği açısından da son derece zengin. Vadiden vadiye bitki çeşitliliği değiştiği gibi sofralar da değişiyor. Karadeniz’de bir dağın kuzey yamacıyla güney yamacı arasında farklılıklar inanılmaz. Bir yerde tuzlu yenen bir yemek dağın diğer yamacında tatlı olarak tüketiliyor.