Adil bir sosyo-ekolojik ‘geçiş’ mücadelesinin, yalnızca ekolojik sorunları değil, aynı zamanda küresel ekonomik adaletsizliği ve onu sistematik bir şekilde üreten üretim yapısını da hedef alması gerektiği konusunda bir tereddüt yok. Tartışmalar halen sürüyor ancak bu tartışmaların toplumsallaştırılması, aciliyet taşıyan temel gündemlerden biri.
Geçtiğimiz hafta çoklu kriz gündemi açısından iki önemli gelişme yaşandı. İlki Brezilya’nın ev sahipliğinde yapılan G20 zirvesi ile Küresel Kuzey ve Güney ülkeleri arasındaki ‘mini zirve’ idi. İkincisi de Azerbaycan’ın ev sahipliğinde yapılan COP29 toplantısıyla iklim krizine karşı yapılması gerekenlerin ve özellikle de iklim finansmanı konusundaki gelişmelerin ele alınmasıydı.
Bu yazıda bu iki zirveyi bir arada değerlendirmemiz gerektiğini vurgulayarak, aradaki bağlantıları geçtiğimiz haftalarda ele aldığım ekolojik emperyalizm kavramı aracılığıyla kurabileceğimizi savunacağım.
RİO’DA GELEN İTİRAF: KÜRESEL YÖNETİŞİM KRİZİ
Günümüzde insanlık, sadece iklim değişikliğinin ortaya çıkardığı olumsuzluklarla değil, aynı zamanda ekonomik eşitsizlikler, sosyal adaletsizlikler ve küresel ekonomik sistemin içsel çelişkileriyle de mücadele ediyor. Bu çoklu kriz, küresel yönetişimin derinleşen kırılganlığını, egemen güçlerin çıkarlarının küresel ölçekteki adaletsizlikleri nasıl pekiştirdiğini gözler önüne seriyor.