Bundan tam 23 sene evvel altı aylık turist vizesi ile New York’a gittiğimde tarihi bir hadiseye şahitlik edeceğimi nereden bilebilirdim.
11 Eylül 2001… Amerikan kapitalizminin sembolleri ikiz kuleler (Dünya Ticaret Merkezi), art arda yapılan iki uçaklı terör saldırısında, gözümün önünde yerle yeksan oluvermişti.
Tarihi değiştiren bu olaya çıplak gözlerle şahitlik ederken, olan bitene inanamamıştım ama her şey işte gözümün önünde ve dakikalar içinde olup bitmişti.
Sonrası tufan… Dönemin ABD Başkanı George Bush, ‘Ya bizimlesiniz, ya teröristlerle’ diyerek Batı’yı ‘Haçlı seferine’ çağırdı ve ardından iki ülkeyi işgal etti. Önce El Kaide’nin yuvası olduğu gerekçesiyle Afganistan’ı, ardından (farklı ve uydurma bir gerekçeyle) Irak’ı… Gerisi (etkileri günümüze dek uzanan) bir perişanlık hikayesi…
Yine bir Eylül ayı, yine Manhattan…
2001’de ilk kez geldiğim gökdelenler şehrinin sokaklarını ikinci kez arşınlıyorum.
Sanki hiç bir şey değişmemiş. Her şey yerli yerinde. Tek fark, artık ikiz kulelerin olmadığı Manhattan’ın silüetine yeni gökdelenler eklenmiş. İnsanlar yine telaş içinde, kalabalık, gürültü, kokular, renkler, dijital panolar, alış veriş merkezleri, insanı küçülttükçe küçülten dev binalar ve gökdelenler arasında uzayıp giden yollar…
Bu sefer New York’a geliş nedenim, 12 bin yıl öncesinden gelen ‘antik bir yolcuya’ eşlik etmek.
Ülkemizin göklerdeki gururlarından Türk Hava Yolları, ikramlar zincirine 12 bin yıllık geçmişe sahip ata tohumlarımızdan biri olan İza buğdayından (Siyez ve Kavılca’nın akrabası) elde edilen ekmekleri (İstanbul çıkışlı uçuşlarda ‘business class’ misafirlerine) ikram etmeye başladı.