Mezesiz meyhane mi olur? Neden olmasın, rakı da biz de pek müşkülpesent değiliz. Hem, tatlı dilin açamayacağı kapı mı var?
Paul’le (Benjamin Osterlund) bir gün birlikte meyhane yapalım diye sözleşmiştik. O gün, neredeyse akşam üstü mesaj attım, cevap beklediğimden çabuk geldi. M2 metrosunun Sanayi Mahallesi durağından aktarmayla gidilen Seyrantepe durağının yakınlarındaki İnegöl Restaurant var hedefimde. İki saat sonra, 19:00’da buluşmak üzere sözleştik.
Daha önce önünden geçmiştim ama benim de ilk gidişim olacak. Sözleştiğimizden yarım saat erken vardım, ilk müşteri bendim. İçerisi loş, lambaları yakmamışlar daha. Demek ki burası için erken bir saat.
Buz gibi bira hayaliyle ortadaki kuranderli masaya çöktüm, dışarısı cehennem sıcağı.
Salonun sonundaki hem mutfak hem de bira servis edilen bankodaki beyefendiye, arkadaşımı beklerken bira içeceğimi, ardından rakıya geçeceğimi söyleyip, “Meze ne var?” diye sordum. Neticede arkadaşım İstanbul’un altını üstüne getirip yemek yazan bir gazeteci. Üstelik ilk kez yüz yüze geleceğim, mahcup olmayayım.