Bastırdığınız dolarları, çıkardığınız altınları yiyemeyeceğiz. Ürettiğiniz silahlar, bombalar bir deri bir kemik kalmış evlatlarımıza çare olamayacak. Çatlamış toprakları döktüğünüz kanla sulayamayacaksınız. Çok yakında her şey için çok geç olacak. Görmüyor musunuz? Görmüyorlar.
Üçüncü Dünya Savaşı çıkar mı? Şu sıralar hem dünya hem biz bu konuyu tartışıyoruz.
Nasıl tartışmayalım ki?
İsrail ile Lübnan arasında giderek artan çatışmanın, Ukrayna-Rusya savaşının, Kuzey ve Güney Kore arasındaki gerilimin, Çin’in Tayvan üzerindeki baskısının bir anda küresel bir çatışmaya dönüşme ihtimali hiç de yabana atılacak cinsten değil.
Yaşlı dünya bu zor zamanları aşmayı bir şekilde becerse dahi ne yazık ki önümüz parlak değil.
Dünya nüfusuna 2050’de en iyimser tahminle 2 milyar insan eklenmiş olacak. 9 milyar insanı doyurabilmek için gezegenimizin bize bugün ürettiğimizin 1,5 katı mahsul bahşetmesine ihtiyacımız var.
Sizce bahşeder mi?
Dünyanın en kalabalık bölgelerinde kuraklığın hüküm sürdüğü zamanlardan geçiyoruz.
Pakistan kavruluyor, Hindistan’ın tarım rekoltesi dörtte bir azalmış, Çin’de bazı bölgelerde kuraklık bazı bölgelerde ise seller nedeniyle pirinç tarlaları zarar görmüş durumda…
Geçenlerde bir belgesel izledim. Araştırmacı gazeteci Nate Halverson’ın “The Grab” isimli ödüllü belgeseli dünyadaki gıda krizini anlatıyordu.
“20. yüzyılda dünya için petrol nasıl bir öneme sahipse 21. yüzyılda da gıda aynı öneme sahip olacak” diyor Halverson.
Belgeselde o kadar çarpıcı bilgiler paylaşılıyordu ki, hangisinden bahsetsem bilemiyorum. Bir kısmını aktarayım: