Türkiye’nin en temel sorunlarının başında ‘hayat pahalılığı’ geliyor. Her alanda kendini gösteren bu pahalılık karşısında en çok eleştiri alansa hizmet sektörümüz. Geçenlerde ekonomist Iris Cibre’nin sosyal medyadan yaptığı “20-21 Nisan’da hafta sonu hiçbir kafe ve restorana gitmiyoruz. Fırsatçılığa son vermek için herkesi katılıma davet ediyorum” çağrısıyla restoran fiyatlarına karşı boykot başlatılmıştı. Araştırdığıma göre bu boykota destek veren kişi sayısı
30 bine yakın. Armağan Çağlayan gibi sosyal medya önderlerinin de destek vermesiyle olay biraz ‘vur abalıya’ durumuna döndü.
Sektörümüzün iki STK’sı alkolsüz restoranların derneği TÜRES ve alkollü restoranlar derneği TURYİD kendi aralarındaki bu saçma ayrıştırmayı bir kenara bırakıp sektörün tüm paydaşları adına ortak bir tavır koymayınca zaten yediği darbelerden dağılmış sektörümüz şimdi bir de bu haksız yüklenmeyle mücadele ediyor. Türkiye’de en çok kârlılık yaşayan sektörlerin başında bizimki geliyor ancak son 5 seneye kadar yüzde 25’lerde olan kârlılık oranı bu sene yüzde 8’e düşmüş durumda.
STRATEJİ GEREKTİRİYOR
Öncelikle, serbest piyasa ekonomisinin temel fiyat belirleme politikası arz-talep üzerine kurulur. Basit matematikle restoranları yargılamadan önce olayı tüm boyutlarıyla ele almak gerekir. Her restoranın kendine göre bir fiyat politikası var. Bu olay artık gelenekselleşen Bodrum lahmacun fiyatı endeksi üzerinden açıklanabilecek bir durum değil. “Maçakızı’nda lahmacun şu fiyat, hayatta gitmem” diyenlerin anlaması gereken konu şu… Bu tarz işletmeler fiyat politikalarını zaten sınırlı sayıda alabileceği, özel yat ve lüks arabalarıyla gelen, bu fiyatlardan etkilenmeyen yabancı ve yerli misafirleri için belirliyor. Tüm halk gelip lahmacun yesin diye değil. Böyle bir işletmenin fiyatıyla tüm restoranları yargılamak Chanel parfüm niye limon kolonyasından daha pahalı demek kadar anlamsız, saçma ve mantıksız.