On bin yıl geçmişi olan bir yemeği, kısıtlı bir köşede anlatabilmek epey yetenek istiyor.
İşin içinde hem Batı hem de Doğu mutfakları var. Her iki mutfakta da çorba başköşede.
Sınıfsız, fakir, zengin tüm sofraların en sevilen yemeği olunca iş daha da önem kazanıyor üstelik!
İnsanlığın çorba ile tanışma rivayetleri farklı farklı.
Gastro arkeologlara göre, Batı’daki geçmişi 10 bin yıl öncesine dayanıyor.
Bu bulgu, bir çok soruyu peşinden sürüklediği gibi, hayal gücünü de devreye sokuyor tabii ki.
Nasıl bir tesadüf, çorbanın insanlığın beslenme listesine girmesine neden olmuştu? Sıcak mıydı soğuk muydu? İşin içinde ateş var mıydı? Çukur bir taşta mı pişirilmişti? İçindeki malzemeler neydi? Bu sorunun yanıtı, Çatalhöyük’teki kazılarda bulunan çanaklardaki, kömürleşmiş arpa tanecikleri olabilir miydi?
Yoksa ilk çorba, bira mıydı? Hani, bir çanak içindeki arpa taneciklerinin, yağmur suyuyla fermente olması sonucu ortaya çıkan besleyici içecek miydi ilk çorba denen şey.
Biraya onun için mi sulu ekmek denmişti? Onun için mi Batı’da uzun yıllar kahvaltıda bira içilmişti?
Soru çok. Kesin bir yanıt yok. Veya var da ben bilmiyorum.
Kesin bir şey varsa o da, çorbanın Batı dillerindeki karşılığının Sanskritçe “iyi beslenme”den geldiğiydi.
Daha somut olduğu öne sürülen bilgiler ise şöyle bir anlatıyı işaret ediyordu: