İskoçya’nın isli viskileriyle ünlü Islay adasından, okyanus kıyısındaki damıtımevlerinden izlenimler…
Adı geçtiğinde bile viski tutkunlarının “gönüllerini titreten” Islay adasına ilk ziyaretim tam 30 yıl önceydi. Glasgow Havalimanı’nda bineceğimiz İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma pervaneli uçağı gören Ali Sirmen ağabeyimiz -o yıllarda apronlarda bile içilebilen- piposundan okkalı bir duman çekerek, “Yahu bu kutu uçar mı?” demişti. Külüstür uçak hakikaten bir kalem kutusunu andırıyordu, herhalde üretildiği yıllarda aerodinamik gibi kavramlar pek bilinmiyordu.
Neyse ki kutu uçmuş, pervane uğultusunun kulakları sağır ettiği yarım saatlik bir yolculukla bizi adaya indirmişti. Galiba 1940’larda ses yalıtımı gibi kavramlar da pek bilinmiyordu. Kısa yolculukta herhangi bir sıvı ikramı yoktu ama 70’lerindeki hostes teyzenin gümüş tepsiden ikram ettiği bonbon şekerlerinden birer tane alabilmiştik. Uçakta kuruyan boğazımızı, hemen o akşam ilk pub’da adanın nefis biraları ve viskileriyle bolca ıslatmış, yol yorgunluğunu atmıştık.
Damıtımevlerini Japonlar alıyor
İşte yine -bu kez 2.5 saatlik bir feribot seyahatiyle- o adadayım ve çeyrek yüzyıldan fazla bir zaman geçtiği halde neredeyse hiçbir şeyin değişmediğini şaşkınlıkla görüyorum. Adanın viskilerini 90’larda Türkiye’ye getiren Teoman Hünal, Ali Sirmen ve Sabah gazetesi ekler müdürü Orhan Vural’la yaptığımız o ilk geziden sonra bu kez epey kalabalığız, Gusto Viski Kulübü üyeleri ve diğer viskisever dostlarla tam 14 kişiyiz. Eski ziyaretlerde adanın en büyük köyü Bowmore’un damıtımevi misafirhanesinde kalır, gece boyu fokurdayan imbiklerden yayılan taze viski kokusunu ciğerlerimize çekerdik. Bu kez son yıllarda açılan büyükçe Machrie otelinde kalıyor, okyanus kıyısında golf oynamaya gelen Japonlarla karşılaşıyoruz. Japonların adada bolca gözükmesi sürpriz değil, zira en köklü beş damıtımevinden ikisi, Bowmore ile Laphroaig artık onların. Neyse ki varlıklarını fazla öne çıkarmamışlar, tesislerin girişindeki İskoç bayraklarının yanına kendi bayraklarını da çekmemişler. Şimdilik viskilerden gelen milyonlarca sterlinin Japon bankalarına transferiyle yetiniyorlar.
İskoçya’nın batısındaki Islay adası, viski dünyasında benzersiz bir yere sahip. Pek çok harman viskideki füme tonlar, bu adanın malt viskilerinin harmanlara girmesiyle elde ediliyor. Adanın tek bir damıtımevi ürünü olan harmanlanmamış malt viskileri ise başlı başına bir âlem, bir viski yazarının deyimiyle “Ya çok seviliyor, ya nefret ediliyor”. Zira adanın yüzeyini kaplayan yerkömürü turbanın dumanıyla kurutulan arpalardan damıtılan viskiler, çok vahşî tadlara sahip. Kömür, baca kurumu, kızarmış beykın, iyot, yosun, balçık, hatta gazlı bez kokuları viskilerden adeta fışkırıyor. İşin ilginci bu kelimeler okurken insana itici geliyor da, tadınca çoğu zaman beğenilip üstüne bir de tiryakilik yaratıyor. Tıpkı kimilerinin “ayak kokulu” dediği rokfor gibi bir peynirin, bazılarına bayat balık gibi kokan havyarın dünyanın en saygın lezzetlerinden olması gibi…