Damağımın geçmişini hatırlamak istedim. Ne kadar geriye gidebilirdim acaba? Altı yaş civarında, sis perdesinin arkasında bir şeyler hatırlıyorum.
Malatya’da, Taş Mektep’te, ilkokulun ilk sınıfına gidiyordum. Hatırladıklarım:
Boğazıma kaçan leblebi tozu. Sararmış çitlembikler. Yol kıyısındaki ağaçlardaki iğdeler. Bir de komşu bahçedeki ağaçtan topladığımız kayısılar.
Evde neler piştiği pek gözümün önüne gelmiyor. Bulgur pilavı hayal meyal görüntüye giriyor. Bir de babamın, Eski Malatya’da, soğuk suyun içine atıp, çatlattığı karpuzlar.
Gerisi yok. Malatya faslı bu kadar.
O yaşlarda ne bumbar dolması, ne kayısı kebabı, ne kağıt kebabı, ne kiraz yaprağı sarması. Bunlar çok sonra damağımla tanışacak olan Malatya yemekleri!
Yedinci yaşımda İstanbul’daydım. O yılların görüntüleri ve lezzetler daha belirginleşiyor.
Ortaköy’ün sırtlarında, Orhaniye Kışlası’na bitişik bir lojmanda oturuyorduk. Lojman dediysem, iki odalı, gecekondudan hallice ahşap bir evdi.
Mahalle fakirdi. Evler derme çatmaydı. Bazılarının duvarlarına tenekeler çivilenmişti. Paslı tenekelerde yabancı yazılar vardı. Sonradan Rusça olduğunu öğrendim.
O tenekelerle Rusya’dan ne gelmişti acaba?
Evimizin biraz ilerisinde büyük bir askeri mutfak vardı. Belli saatlerde ellerinde bakır kazanlarla gelen askerler, yemeklerini alıp giderlerdi.