Grand Korçi
Üzüm bereketli meyvedir. Sıkarsın pekmez olur, sirke olur, şarap olur. Kurutursun yemiş olur, rakı olur. İçersin dünya güzel olur ama bu gerçekleri görmeden çekersen bir story’si olur mu emin değilim.
Eylül bağ bozumudur. Tüm yıl bebek gibi bakılan üzümleri tam zamanında dalından almak için çırpınanların hikayesini barındırır. Nuh’un gemisine alınmış tek nebatat olarak üzümün hükmü sürer ay boyunca. Bu hikaye pastoral bir fon eşliğinde sunulursa şaraba da kapı aralar, aşka da, bağ bozumu turuna katılarak story paylaşmaya da. Etkileyicidir. Tek kalemde onlarca romantik komedi filmi sayabilirsiniz bağ bozumu fonunda geçen. Üstelik mitoloji de buna elverişli bir zemin sunar. Dionisos’la Baküs, eylülde pek bir inerler bağ yamaçlarına. Üzümler ezilir, sepetler doldurulur, sergiler serilir, kadehler kalkar. Giderek büyüyen içki gastronomisi meraklıları için üzüm ve bağ bozumu kavramlarının ilk anda yarattığı algı böyle özetlenebilir ve açıkçası keyiflidir. Keşke her şey story’lerdeki gibi yaşansa, üzümler ezilirken herkes gülebilse.
Sanırım postmodern dönemin en önemli başarısı eklektik bir zemin oluşturarak öznesiz olgular yaratabilmesinde. Artık mimariden sanata, bilimden siyasete hemen her alanda bu eklektik zeminde yürüyoruz yolları. Zemin kaplaması görevini de post-truth (gerçeklik ötesi) denilen kavram oluşturuyor. Bağlar bir turistik faaliyet olarak story’lerde bozulurken, memleket üzümünü kaybediyor. Bu üreticisini kaybediyor demek aynı zamanda. Tıpkı pancarda, tütünde, buğdayda ve onlarca üründe olduğu gibi.