Ayşegül Çoruhlu
Şekerin düşmanı çok. Herkes sağlık önerisi olarak ‘şekeri kesin’ der. Ancak hangi şeker? İşin özü, biz hekimler şekere düşman değiliz, o şekerin kaynağına düşmanız. Yoksa şekeri, bizim deyimimizle ‘glikozu’ severiz.
Kan testinizde gördüğünüz açlık kan şekeri değeri size kanınızdaki ‘glikoz’ miktarını gösterir. Glikoz, hekim dilinde sizin şeker diye tabir ettiğiniz maddenin moleküler adıdır. Yani siz o testle şekerinizi değil glikoz miktarınızı öğrenmiş olursunuz. O glikoz oraya yediğiniz besinlerle gelir.
Kandaki glikozun kaynağı neredeyse tüm besinler olabilir. Besinlerin içinde, sindirim sonunda glikoza dönecek maddeler vardır. Örneğin salatalık yerseniz ondan da glikoz elde edebilirsiniz. Yani salatalıkta glikoz vardır ama biz ona sağlıklı diyoruz. Bu nasıl oluyor peki?
Glikoz, bizim temel yakıtımızdır. Glikozu oksijenle yakarak enerji elde ederiz. Bu enerjinin adı ATP’dir. Bu yazıyı okurken hiç kımıldamadan dursanız da milyonlarca ATP ile bu işi yapabiliyorsunuz. ATP bizim pilimizi çalıştıran enerjidir. ATP bittiği anda, filmlerdeki yoğun bakım ünitesinden hatırlayacağınız monitörde, zigzaglı yaşam çizgisi, düze döner. Yani yaşam biter. ATP’yi daima üretmeliyiz. Ancak ATP üretiminin bir küçük sorunu var: ATP depolanamıyor. İşte bazı şekerlere düşmanlığımızın altında bu yatıyor.
Öncelikle ATP nasıl oluşuyor?
Herhangi bir besini yediğimizde, o besinin sindirim süresine bağlı olarak, en son aşamada o besindeki glikoz moleküleri hücre içine alınarak ATP oluşturma yoluna sokulur. Çoğu hücrede glikozu içeri alma işi insülinin görevidir. Kapıları glikoza açar. İçeri giren glikoz, nefesle aldığımız oksijenin son hali olan moleküler oksijenle hücre içinde yanarak ATP oluşturur. Yiyeceğin bir elma veya bir dilim tatlı olması başlangıçta durumu değiştirmez. Vücut için amaç besinden glikozu ayrıştırıp ondan ATP elde etmektir.
Mantıken eğer öğünde çok glikoz varsa ve ondan bol miktarda ATP oluşturacağız sanıyorsanız bu yanılgıdır. Yukarda bahsettiğim gibi ATP depolanabilen bir molekül değildir. Eğer çok oluşuyorsa ya harcanmalıdır ya başka şekilde depolanmalıdır. Gereğinden fazla ATP’nin harcanması için hareket halinde olmamız lazım. Yani aktif hareket, egzersiz gibi bir aksiyon içindeysek oluşturduğumuz ATP’yi harcıyoruz demektir. Ancak o sırada hareket etmiyorsak, vücudunuz kullanmadığınız ATP’leri üretmeyi bırakır. O yiyecekleri, ‘daha sonraki kıtlık zamanında lazım olur’ diye yağ olarak depolar. Bu evrimsel gelişimizin başarılı bir uygulamasıdır. Ancak günümüzde besin seçimlerimiz bu dengeyi bozdu ve az miktarda yesek bile o yağ deposunu sürekli dolduruyoruz. Bunun nedeni şu; gelen glikozun kaynağı değişti.