6 Şubat’ta renklerini kaybetmiş Antakya’nın hikâyesi, “Evler, Yüzler, Taşlar” belgeselinde siyah beyaz bir özleme ve umuda dönüşüyor. Tıpkı, filmde konuşan yaşlı bir Antakyalının, depremlerin getirdiği yıkımın sadece bir rüyadan ibaret olmasını dilemesi ya da bir başka Antakyalının Uzun Çarşı’nın yeniden canlanacağı günü iple çekmesi gibi…
‘Ev alev alev yanarken yaptığım hiçbir şeyin anlamı yok.’ Gene de, ev yanmaktayken bile, önceden olduğu gibi devam etmek gerek; hatta belki, kimse fark etmese de her şeyi öncesinden daha bir özenle ve dikkatle yapmak gerek. Belki hayat yeryüzünden silinecek, belki iyisiyle kötüsüyle yapılanlardan herhangi bir anı kalmayacak. Ama sen önceden olduğu gibi devam edeceksin, değişmek için çok geç, artık daha fazla zaman yok.”
Avrupa Birliği (AB) tarafından finanse edilen “Evler, Yüzler, Taşlar” belgeseli, İtalyan filozof Giorgio Agamben’den bu alıntıyla başlıyor… Yönetmenliğini Mustafa Orman’ın üstlendiği film, Şubat 2023 depremlerinde renklerini kaybetmiş bir kentin, Hatay’ın (Antakya) hikâyesini siyah beyaz görüntüler eşliğinde anlatıyor:
Yıkılmış binalar, terk edilmiş caddeler, birbiri ardına dizilmiş çadırlar, buldozerler ve toz…
“Gün içinde şehirde sadece yıkım ekipleriyle malını kurtarmaya çalışan insanların telaşı ve koşuşturması dışında bir şey görmek mümkün değil“ diyor, filmde kentin bugünkü halini anlatan bir Hataylı.
Bu, bir eskiye özlem filmi. Depremlerin ve onların getirdiği yıkımın sadece bir rüyadan ibaret olmasını istiyor filmde konuşan orta yaşlı bir adam. Sesi yorgun ve üzgün. Hatay’da hemen herkesin ruh hali böyle. Nedenini filmdeki başka biri tek bir cümle ile anlatıyor: “Antakya bizim her şeyimizdi.”
Hataylılar ne yapabilir?
Peki, büyük kayıplar yaşamış Hataylılar, “her şeylerini” yeniden kazanmak için ne yapabilirler? İşte bu sorunun peşine düşen yönetmen Orman, şöyle diyor:
“Depremden bir sene önce Hatay’a gitmiş ve orayı çok sevmiştim. Depremin ardından kentin yıkılmış halini görünce bu filmi yapmaya karar verdim. Antakya’nın dinlerin buluşma noktası olmasından yola çıktık. Alevi, Ermeni, Rum ve Süryani cemaatlerinin temsilcileri de dahil olmak üzere Antakyalılarla kentin nasıl yeniden ayağa kaldırılabileceğini, yemek kültürü de dahil kentteki kültürel yaşamının nasıl devam ettirilebileceğini konuştuk. Çünkü bir kenti ayağa kaldırmak sadece bina yapmaktan ibaret değildir, aslolan oradaki kültürü devam ettirebilmektir.”
Filmdeki yaşlı bir kadın da bunu onaylıyor: “Avm’ler değil, Antakya’yı ayağa kaldıracak çarşıdır.” Kastettiği kentin tarihi Uzun Çarşısı ve buradaki alışveriş kültürü…
Depremden önceki gibi yaşamın yegâne yolu
Film, kentin çok kültürlü yapısına, ortak hafızasına ve kent kimliğine sahip çıkmanın önemine dikkat çekerek Hataylıları kente eski renklerini ve neşesini ortak akılla yeniden kazandırmaya; Agamben’in sözlerini takip ederek depremden önceki gibi yaşamaya çağırıyor. Yönetmene göre, Hatay’ın günlük yaşam alışkanlıklarını, kültürünü ve kimliğini korumanın yegâne yolu bu.
Tam da bu yüzden, yıkılmış bir kenti göstermesine rağmen, filmin baskın duygularından biri umut. Depremin ardından Hatay’ı terk edenler dönmenin, kalanlar ise Hatay’ı yeniden ayağa kaldırmanın umudu içinde.